| Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
| ALIŞ | SATIŞ | ||
| USD | 42,7656 | 42,8426 | |
| EURO | 50,3547 | 50,4454 | |
……
Serin bir son bahar sabahının seher vaktinde Nizamettin hocanın sabah namazı için lojmanından çıkmış camiye doğru yürürken rüzgâr hızlı bir şekilde suratına çarparak başında bulunan takkesini koparmak için gayret sarf ediyordu. Nizameddin hoca ise takkesini rüzgâra kaptırmamak için elini kafasına atarak takkeyi tutmaya çalışıyordu. Zor bir hal kendisini caminin içerisine atan Nizamettin hoca yanık sesi ile okumaya başladığı sabah ezanı ile gün başlamak üzere idi. Bacalardan yükselen dumanlar kıvrıla kıvrıla göğe doğru yükselirken bir zaman sonra gözden kaybolmakta ardından yeni dumanlar gelmekteydi. Çocuklar Eeee diye ses çıkarmaya başlarken, Kuzular Meee diye, İnekler Mooo diye bağırmaya başlamıştı. Namazların kılınmasıyla da gün iyiden iyiye ağarmış mahlûkat yeniden can bulmuş, hayat yeniden başlamıştır. On sekiz bin âlem içerisinde her bir âlem kendi âleminde âlemini icra etmektedir. Kuşlar cık cık deyip yuvalarından uçarken, horozlar uyanıp, bulunduğu yerde kanatlarını hızlıca birbirine çarptıktan sonra Uuru uuuru uuuu diyerek önce etrafındaki tavukları uyandırmakta, ardından sesinin ulaşabildiği yere kadar, avazı çıktığı kadar bağırarak yeni bir günün başladığını haber vermektedir.
İnsanoğlundan başka tüm mahlûkat hiçbir zaman rızık endişesi taşımadan günlük rutin yaşantısına başlamış, fıtratının gereği olarak vazifesini ifa etmektedir. Yumurtadan yeni çıkan civciv minicik ayaklarıyla toprağı eşelemeye başlarken, Yumurtayı çıkaran tavuk zor şartlarda yapmış olduğu işin gurur ve mutluluğunu, kulağı olan herkese duyurmak için; “Gıdak gıdak gıt gıdak yumurtam sıcak, inanmazsan gel de bak” der gibi bağırırken, bir yandan da “dane” toplamaktadır. Bir yandan gagasıyla almış olduğu suyu yutmak ve yaradan rabbine hamd etmek için başını gökyüzüne çevirmektedir.
On sekiz bin âlem içerisinden birisini teşkil eden “Vehemelehel İnsan” olan insanoğlu ise almış olduğu yük ve sorumluluk nedeniyle yapması gereken işleri kafasında tasarlayıp planlayarak icraata geçirmek için yorganını bir tarafa atıp, önce yatağın içerisinde doğrulup, sonra ayağa kalkarak görevi devretmek üzere olan meleklere son tekmilini vermek ve durumdan hane halkını da haberdar etmek için yüksek sesle “Eşhedüenlaaailaaahe illellah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resuluhu” kelime-i şehadetini getirmektedir.
İlame hala, ağlayan torunların sesini duymayan gelinini uyandırmak için köşelere vurarak “Paçı Emine, paçı Emine” diye bağırmakta, bir yandan da yatmakta oldukları odanın kapısına doğru gitmektedir. İki tekme de odanın kapısına sallayan İlame hala nihayet gelinine sesini ulaştırmıştır. “Hadesten taharet” ve “Necasetten taharet” yapan İlame hala kollarını sıvayıp güzelce bir abdest alıp manevi kirlerden arındıktan sonra setri avret yapıp Rabbısıne yönelmek üzere “istikbali kıble” yaparak namazgâhının üzerindeki yerini almıştır.
İlame hala; Yatmadan önce torunları ile birlikte yapmış oldukları yatmak duasında: “Yattım sağıma, döndüm soluma, dört melek şahit olsun dinime imanıma, kalkarsam Elhamdülillah, kalkmazsam Eşhedüenlaaailaaahe illellah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resuluhu” diyerek yatmış olduğundan, sağ salim sabaha ulaştıran Rabbine “hamd” için alnını yere, şükür içinde avuçlarını göğe açmak ve ilk görevini ifa etmek için namaza durmuştur. Huzurla, huşu içerisinde namazını kılmıştır.
Rızıkların dağıtıldığı seher vaktinde besmele ile açmış olduğu kapıdan içeriye giren temiz ve serin hava önce İlame halanın yüzüne çarparak sonra evin içerisinde dolaşıp içeride bulunan piş havayı dışarı kovmuştur. Her işine besmele ile başlamayı adet edinen İlame hala, besmele ile eline almış olduğu kibrit ve çıralarla ateşliğin başına gelerek külleri karıştırmaya başlamış, küllerin içerisinde bulunan ırılı ufaklı kömürleri bir tarafa topladıktan sonra, külleri bir tenekenin içerisine koyarak, sonradan sermek üzere ahpının başlığında bulunan lahana bahçesinin yanına bırakır. Dışardan almış olduğu “puşı”ları ateşliğe yerleştirir ve elindeki kibriti çakarak önce çıraları tutuşturur. İyice tutuşmuş olan çıraları puşıların alt kısmına yerleştirir ve ardından puşıların üzerine yavaş yavaş, itina ile odunları yerleştirir.
Yanan ateşten çıkan dumanlar, dış kapıdan esen rüzgârın etkisiyle zincirin etrafında bir sağa bir sola kıvrılıp dans ederek “feççan”ların arasından süzülüp “hartama”lara çarparak saçaklardan dışarıya doğru yayılmaya başlar. Dışarı çıkan dumanlar evin üst kısmında birleşerek bir derenin akışı gibi sonsuzluğa doğru akıp giderler. Özgürlüğüne kavuşmuş mahkûmlar gibi sessizce yol alan dumanlar bir zaman sonra dağılarak gözden kaybolurlar.
Yanan ateş belli bir mesafeye kadar kendisine yaklaşmış olanları ısıtır, belli bir mesafeden sonra ise kendisine yaklaşmış olanları ise yakar. Odunu sever sarıp sarmalar, içerisine hapsederek kül olmasına vesile olur. Suyu hiç sevmez, üzerine dökülürse üzülür söner yok olur. Her şey zıddı ile kaimdir. Azı; karar, çoğu; zarardır. Hane halkından kalkan her fert ilk olarak güzelce abdestini alır, namazını kılar ve ateşliğin etrafında belli bir mesafeden ısınmaya çalışır.
Yatağından kalkan herkes üzerine düşen gerekli vazifesini harfiyen yerine getirdikten sonra üçayaklı eskemisini kapan ateşliğin etrafında yerini alarak gayrı ihtiyarı ellerini ateşe doğru uzatarak ısınmaya çalışırlar. Beşkardeşlerden en ufağı olan Zeynep ateşliğin kenarında kendisine yer bulamamanın ıstırabı ile büyüklerinden yardım istemek için sesini duyurmak maksadıyla bir yandan ağlarken, bir yandan da büyük abilerin arasına sokulmaya çalışır. İstediklerini elde edebilmek için her çocuğun elinde bulundurmuş oldukları en etkili silah ağlamaktır. Ağlayan çocuğu susturmanın en etkili yolu ise istediğini yerine getirmektir.
Çıkan arbede ve yaşanan kargaşadan sıkılan İlame hala “Ey kutuççiler” ne oliyi size, o paçiyi ne ağlatursunuz, onada bir yer verseneniz! diye serzenişte bulunur. Verilen yeri beğenmeyerek ağlamasına devam eden Zeynep’e de “ Paçı muncuruni kıracağum ha” ne oliyi sana bir sus! diye bağırmaktadır.
Torunlar dedelerin, ninelerin parçasının parçası olduğundan onlara değer ve kıymet biçmek asla mümkün değildir. Torunlarını değil ağlamalarına tırnaklarına bile bir halel gelmesini asla arzu etmezler. Evlat ceviz ise torun ceviz içidir. Evlat köklü bir ağaç, torun ise ağaçta açan çiçektir, koklamaya doyamazsın. Hiçbir çiçek torun kadar güzel kokmaz. Tıbbın henüz çözemediği en kuvvetli ağrı kesici torun sevgisidir. Ne yapsın İlame hala hiç birine kıyamaz sadece bağırır ve durumu düzeltmeye çalışır.
İlame halanın diğer bir özelliği de hayvan sevgisidir. Hayvanlara karşı çok müşfik ve çok merhametlidir. Ahırdaki ineklerine kızacağı zaman “Etunı yeduğum”,”Gonunı geyduğum.” Buzavlarına ise; “Muncurunı sıkacağum”, “Maynaççını tutacağum”, “Kuyruğunı koparacağum”gibi sözlerle bağırır asla “çubuk ”la vurmazdı. Ahırdan gelirken arkasından gelen kedilere ise “Ne, ne, needur. Acoldunuzmi” gibi sözlerle şefkatle muhabbet eder, eve vardığında ise dış kapının arkasında kedilere ait süt çanağını alıp günlük süt istihkaklarını içerisine boca ederek kedilerini doyururdu.
İlame hala çevresinde sevilip sayılan, sözü dinlenen bir Osmanlı kadını idi. Genç yetmelere bol bol nasihatler ederdi. Eli işte, gözü oynaşta olanları uygun bir dille uyararak hayat tecrübelerini bir bir aktarırdı. Özellikle evlenip boşananlardan hiç hoşlanmaz, aksine çok kızardı. Boşanıp Baba evine gelen kızlara “Ateş almaya mı gitmiştin,” niye geldin. Maden evlenmeye niyetin yoktu niye gittin. Evlenme vakti gelen bir kızın yeri kocasının yanıdır, babanın evinde ne işin var” gibi çeşitli sözlerle uyarır tarzında nasihatler ederdi.
İlame hala bu zamandaki evlilikleri hiç beğenmez sık sık eleştirirdi. Aslini neslini araştırmadan yapılan evliliklerin uzun ömürlü olamayacağını söylerdi. Aşırı borç yükünden ve aşırı gösterişten uzak durulması gerektiği söylerdi. Sık sık şu atasözlerini tekrar tekrar söylerdi. “Tarağına bak bezini al, Anasına bak kızını al”,” Azığın evinden eşin köyünden olanı makbuldür”, “Eşinizin Müslümanca yaşayışı olanını seçin, zarar etmezsiniz”.
Büyük şehirlerde, bol bol paralar harcanarak büyük büyük salonlarda yapılan evliliklerin sırf gösteriş ve desinler için abartıldığını ve işin şirazesinden çıktığını, bu şekilde yapılan evliliklerin uzun ömürlü olma şanslarının olmadığını, olsa da sağlıklı olamayacağını söylerdi.
Yeni yetme gençlerin fesbuktan veya tiwitirdan tanıştıklarını, istigramdan kaynaştıklarını, tiktoktan oynaştıklarını, adliyede de boşandıkları söylerdi. Bir diğer grubun ise; Onlarda: Pazar günü bakıştıklarını, Pazartesi günü tanıştıklarını, Salı günü kaynaştıklarını, Çarşamba günü arkadaş olduklarını, Perşembe günü nikâh kıydıklarını, Cuma günü tartıştıklarını, Cumartesi günü ise boşandıklarını söylerdi.
Yaldızlı sözlerle yaldızlı kâğıtlara yazılmış olan davetiyelerde:
Leyla ile mecnunun akşına şahitlik etmediyseniz, serhat ile Şirini okumadıysanız, Kerem ile Aslı’yı duymadıysanız, Züleyha’nın Yusuf’a aşkını izlemediyseniz gelin bizim aşkımıza şahitlik edin. Düğün salonlarında, sanki sağımızdaki solumuzdaki kiramen kâtibin melekleri izine ayrılmışlar. Işıklar sönmüş ve genellikle bayan sunuculardan seçili bir bayan anons ediyor; şimdi gecenin kahramanları içeri girecek, Hoparlörler bangır bangır: Böyle bir aşk görülmemiş dünyada ne geçmişte nede bundan sonrada, arasalar bulamazlar rüyada, silemezler seni yazdım kalbime. Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Züleyha ile Şirin “halt” etmiş yanlarında.
Kahramanlar salona teşrif etmelerinin ardından gelenek ve göreneklerimiz de bozulmasın hani! Adet yerini bulsun kabilinden Hoca çağırılır, hocanın kulağına “Hocam sohbet ve dua iki dakikayı geçmesin.” Ardından iki ilahi patlatırlar, arkasından oynama şıkıdım şıkıdım. Aradan biraz daha zaman geçince “Haydin kızlar halaya”, halaylar bitiyor, gece sona eriyor. Artık başlıyor gelinle damadın balayı, balayından sonra al başına belayı, niye; çünkü borç yükü ile yapılmış bir düğün.
İlame hala bu tip şeylere çok üzülürdü. Tüm namazlarında Rabbine niyaz ederek İslami şuurla yetişmiş bir nesil arzu ederdi. Her türlü israfa karşı çıkardı. Evde ekmek kırıntılarının çöpe atılmasına müsaade etmezdi. Gözü ile görmüş olduğu her kötülüğe ve kötü işlere, yapabiliyorsa eli ile, eli ile yapamıyorsa dili ile, bu da mümkün olmazsa kalbi ile buğz eder, Allah sizi ıslah esin diye dua ederdi.
İlame hala torunlarına olan düşkünlüğü ile de ün salmış bir şahsiyetti. İmdat’ın yeğeni ve Ali Can’ın da kuzeni olan Yusuf (….) nenesinin ilk torunu olması hasebiyle ayrı bir övgüye ve ayrı bir sevgiye mazhar olmuştu. Adeta eller üzerinde tutuluyordu. Bir dediği iki edilmiyor, elden ele geziyordu. Yusuf çok akıllı ve uslu bir çocuktu. Bir o kadar da çalışkan ve başarılı bir çocuktu. İlame hala torunu için : “Adam olacak sebi (B….n) belli olur ”derdi. Eve gelen misafirlerden birisi torunuyla ilgilenecek olsa İlame hala; nazarını çevir veya nazarını boz, Maşallah de, diye ikaz ederdi.
Yusuf; araştıran soruşturan, sorgulayan ve öğrenmeyi seven, öğrendikleri ile de amel eden, yanı yaşantısına tatbik eden bir çocuktu. İlkokul birinci sınıftan beri başta öğretmenleri olmak üzere tüm arkadaşları tarafından sevilen ve saygı duyulan, farkındalıklı olan bir çocuktu. Dersi derste dinleyen, anlayan, kavrayan bir çocuktu. Kafasına takılan her şeyi soran ve sorgulayan bir çocuktu. Kafasına yatmayan veya mantıken uygun bulmadıklarını tekrar tekrar soran bir çocuktu.
Dünya üzerinde Müslüman coğrafyalarda yaşanan vahşetten, özellikle de Filistinli çocukların görmüş oldukları zulümden etkilenerek henüz İlkokul üçüncü sınıfta iken yazmış olduğu;
ÖZGÜRLÜK MARŞI
Gördün mü hakkinin kısıtlandığını
Kükre Aslanlar gibi,
Yırt karşındaki düşmanları
Sıkma şu evrenden daha büyük canını!
Korkma, ama korku sal düşmanlara
Sarıldı mı zincirlerle kolların,
Çağır yurdun yiğitlerini, Aslanlarını
Açıldı mı cenk, o zaman çekeriz onların yurduna bizim bayraklarımızı
Dostlarına yardımsever, düşmanlarına korku salmalı,
İki yol gösterdi Hak, biri batıl, biri hak. Biri batıl, biri hak.
Adli şiiri ile başta sınıf hocası olmak üzere tüm okul hocaları tarafından takdir edilerek çeşitli hediyelerle taltif edilmiştir. İlame halanın göz bebeği Yusuf hayat merdivenlerinden bir bir yükselmekte ve halen eğitim hayatına devam etmektedir. Geleceğin mucitlerinden olma yolunda gayret ve çaba sarf eden Yusuf’a bizlerde başarılar diliyor, Cenabı Mevla’dan muvaffakiyetler temenni ediyoruz.
Bir gün İlame hala “Harçı” yapmak üzere “korni”ye gider, yapmış olduğu iki “ilif” “Harçı”yı sırtına yük ederek köye doğru yola koyulur. Tam zikonun sağın köprüsünün yanına yaklaştığı esnada kazadan Tron’a giden ormancı arabası yanına duruverir. Ormancılardan birisi araçtan inerek İlame halanın yükünden tutarak; bunlar ne! Diye bağırır.
İlame Hala: “Harçı” görmüyor musun?
Ormancı: “Harçı” olduklarını görüyorum, sen bunun yasak olduğunu bilmiyor musun?
İlame hala: Uşağum! Bunlar olmadan “lobiyalar ayağa duramaz, hep yerlere yatarlar, ya da “lavuz”lara sarılırlar, o zaman da ne lavuz olu ne lobiya.
Ormancı: Teyze yasak yasak, anlamıyor musun? Koy yükünü aşağı. Yoksa seni Jandarmalara veririm.
İlame hala: Etma uşağum, git işine, benle uğraşma, bak ben ihtiyar bir karıyım. Evde “sebiler” beni bekleyi.
Ormancı: Hayır bırakmam, seni yakaladım, Harçılarını alacağım. İndir yükünü.
İlame hala: Yükümü indirirsem sana ne yapacağımı bilimisun?
Ormancı: indir yükünü, diye ısrar edince, İlame hala ormancıdan kurtuluş olamayacağını kanaat getirir ve kafasındaki planı devreye sokar.
İlame hala: dur uşağum, bari şuradaki taşın üzerine koyayım yükümü der ve taşin yanına gelerek yükünü taşın üzerine yerleştirir. İlame hala yükünü indirince Ormancı ile aralarında belli bir mesafe oluşur. İlame hala derhal yükünden bir harçı çıkararak Ormancının üzerine doğru yürür. Durumu anlayan ormancı derhal arabanın içine atlayarak canını zor kurtarır.
İlahe hala; Uşağum! Gidin “Hartama” yapanları yakalayın. Kaçak odun yapanları yakalayın. Bula bula benim iki harçıyımı buldunuz?
Araçtaki diğer ormancı arkadaşlarının da, yapma oğlum bula bula şu yaşlı kadınımı buldun, ikazı ile araç olay yerinden ayrılır. İlahe hala da yükünü alarak söylene söylene, saya saya köprüden karşıya geçerek eve doğru yol alır.