Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 34,6873 | 34,7498 | |
EURO | 36,4390 | 36,5046 | |
YUSUF İLE ŞUAYİP
Yusuf ile Şuayip iki amca çocukları olup, Şuayip Fazlı Balcının, Yusuf ise Seyfeddin Balcının oğludur. Dedelerinin isimi Süleyman dır. Süleyman dede köyde çok sevilen ve sayılan, alçak gönüllü, uyumlu, yardım sever ve dindar birisidir. Sabah namazlarında çocuklarını namaza kaldırmak için her zaman şöyle seslenmeyi adet edinmiştir.
Sabah Namazı uludur, kılan Allah’ın kuludur.
Kılın ey kullarım kılın, bunu kılmayan delidir.
Süleyman dede 1971 yılında köyden arkadaşı olan nacak Hasan’la birlikte yaya olarak yaylaya giderken Fuççan’a varmadan aşağıda bulunan meçhul bir mezarlığının az yukarısında ki düzlükte rahatsızlanıp orada vefat etmiştir. Allah rahmet eylesin.
Eski zamanlarda evlenen her çocuğun ayrılıp yeni bir ev kurması veya yeni bir evde oturması mümkün değildi. Her evlenen çocuğa evde bir oda tahsis edilir, çoluk çocuk o odanın içerisinde büyürdü. Mutfak müşterek, Tuvalet müşterek olarak kullanılırdı. Banyo ise; ya çarşıdan alınmış naylon bir tekne veya ustasına yaptırılmış ağaç bir tekne ile aynı oda içerisinde halledilirdi. Bazı odalarda peke veya kevret diye tabir edilen oturma ve yatma ihtiyacının giderildiği yerden yüksek yerlerde o peke veya kevret’in uç kısmında üstten kapaklı toprağa doğru açılan yerlerde halledilirdi. Yemekler ahşap sofra etrafında ortaya konulan tava, tepsi veya sağan içerisinde hep birlikte batırma usulü veya odun kaşıklarla yenirdi. Mutfak dediğimiz sadece yemek yapmak için ayrılan özel bir alan değil, yukardan aşağı kalınca bir zincirin sarkıtıldığı, altına ateşin yandığı duvar tarafında külhan denilen yerin ve femele taşının bulunduğu ve bu taşın üzerinde ekmek yapmak üzere peki’nın olduğu bir yer. Daha sonra bu ateşliğin yerini küzinelir ve sobalar almıştır.
Bizim Yusuf ile Şuayip yedi sekiz yaşlarında çok sevimli, yakışıklı ve aynı zamanda çok akıllı iki amca çocukları olup Süleyman dedeye ait evde birlikte yaşıyorlardi. Geniş ailenin birer fertleri olarak ailenin her işlerinde ellerinden geleni yapıyorlardi. Eve su taşımak, kendilerinden küçük olan çocukların beşiklerini sallamak, ot sermek, ot toplamak, sırtlarında ot taşımak, inekleri çıkarmak, çobanlık etmek gibi başlıca görevlerinin yanında aklınıza gelebilecek daha birçok görevleri vardi. Büyüklere su vermek, evi süpürmek, gerektiğinde birilerine haber verilmesi gerekiyorsa eğerat toplamak için haber vermek gibi. Yusuf ve Şüayip işte bu saydığımız ve sayamadığımız daha birçok görevi hakkıyla yerine getiren iki amca çocuğu iki sevimli çocuklardi.
Köyde geçim genellikle hayvancılık ve tarım üzerinden sağlanırdı. Her evde mutlaka inek bulunurdu. Kimilerinde beş, on, on beş inek, kimilerinin ise hem ineği hem de keçi ve koyunları olurdu. Mısır, patates, fasulye, kabak ekilir. Yazın da yayladan katıklar (Yağ, peynir, minci) kadılara doldurulurdu. O zamanlar zor geçen kış bu şekilde karşılanırdı.
Süleyman dedenin iki sevimli torunları yedi sekiz yaşlarında ki Yusuf ve Şüayip yaylada Babaanneleri ile birlikte kalıyorlar. Ev işlerinde babaannelerine yardımcı oluyorlar, eve su taşımak, sütü makinede çekmek, inekleri çobana sürmek gibi. Fırsat buldukça çağrankaya üzerinde, göllerde veya foli’de kendi akranları ile bol bol oyun oynarlardı. Arkadaşları tarafından da çok sevilirlerdi. Bir keresinde yanlarında dayılarının oğlu Nuri Yılmaz ile birlikte yaylada foli denilen yerde öylesine oyuna dalmışlar ki zamanın nasıl geçtiğini anlayamamışlar. Hava aşırı derecede dumanlı akşam yaklaşmış yaşlı babaanneleri evde yalnız hem çocuklardan haber alamıyor hem de iki inek çobandan gelmemiş. O zamanlar Kurtlar inekleri kapıyor, parçalıyor ve yiyor. Yusuf ve Şuayip eve geldiklerinde hem geç geldikleri için zılgıtı yiyor hem de iki ineğin gelmediği için vazifelerini bi hakkin yapamadıklarının vermiş olduğu üzüntü ile oyundaki neşelerinden eser kalmıyor. Hemen o zamanın meşhur baş çobanı olan Osman amcaya haber veriyorlar. Yaylada bin- bin beş yüz hayvan olduğundan en az üç çoban tutulurdu. Diğer çobanlara da haber vererek gelmeyen inekleri aramaya başlıyorlar.
O gün çoban persopaya bağırdığından Süleyman dedenin iki sevimli torunları Yusuf ve Şuayip suçluluk mahcubiyeti ile yanlarındaki dayıoğlu Nuri YILMAZ’ı kendi evine gönderiyorlar ve zamanın geç olmasına rağmen iksi beraber persopaya doğru gelmeyen iki ineği aramaya gidiyorlar. Hem duman hem de gecenin zifiri karanlığı adeta göz gözü görmüyor. Gelmeyen inekler dışarıda kalırsa Kurtlar tarafından yenileceği kuvvetle muhtemel. Bu durumda Babalarından yiyecekleri sopaları da göz önünde bulundurarak iki amca oğlu çaresiz bağıra çağıra ( Kale kale kaleeee. Kale morsalı kaleeee. Kale Maşallah kaleeee) inek arıyorlar. Karanlıkta yollarını şaşırıyorlar ne tarafa gittiklerinin farkında olmuyorlar. Zamanında ne zaman olduğunu anlamıyorlar. Yayladan da bir haberleri yok, ineklerin gelip gelmediği bilmiyorlar. Yol boyunca kendi aralarında yapmış oldukları konuşmalar bizce malum değil ama neler neler konuştuklarını siz tasavvur edin.
Üstün deneyim ve tecrübeye sahip olan baş çoban Osman amca inekleri bularak eve gelmelerini sağladı. Ancak iki amca çocuğundan hiçbir haber yok. Bütün yaylaya haber salındı çocuklar aranmaya başlandı. Köye haber verildi Anneler ve Babalar yaylaya geldi üç gün üç gece çocukları aradılar çocuklardan ne bir eser ne de bir haber var. Yaylada Çobanın bağırdığı yerler; Baş çayır, kısa çamlık, büyük çamlık, büyük boğazın dibi, Oluklu su, Köy yolu, Cedak, göller, sırıklı, persopa her yer arandı yok yok yok. Çocukların hayatlarından endişe edilmeye başlandı. Herkes bir şeyler söylemeye başladı. Cin kaldırdı, ailelerinden korktukları için köye kaçtılar, başka yaylalara gittiler veya bir yerlere saklandılar.
Durum hiç de sanıldığı gibi değildi. İki amca çocuğu Yusuf ile Şuayip, çimene veya çalıya giden bir kadın tarafından persopa’nın eteklerinde, züvanın üzerinden bakıldığında görülebilen bir yerde birisi taşa yaslanmış, birisi beş on metler ilerde yere uzanmış ve maalesef ölmüş olarak bulundu. Bulundukları yer Yayladan bir hayli uzak. İki çocuğun oralara kadar nasıl gittikleri belli değil. Ayni çatı altında birlikte doğan, birlikte büyüyen, sevinç ve neşelerini birlikte yaşayan sevimli iki amca çocuğu Yusuf ve Şuayip işte ölüme de böyle birlikte gittiler. Mezarları ailelerinin isteği üzerine köyde çamlığın sırtında yan yana kazıldı ve defnedildi. Günahsız iki amca çocuğu Mevla ailelerine şefaatçi eylesin.
Şuayip’ın annesiyle yaşamış olduğu bir olayı daha var çok iğlimi çektiğinden burada arz etmek isterim. Şuayip ailenin en büyük çocuğu olduğundan hayatın yükünü çocuk yaşlarda omuzlamış, ailesine her konuda yardımcı olmuş bir çocuk. Çok temiz, çok titiz ve çok disiplinli bir çocuk. Kendisinden küçük kardeşlerinin bakımıyla da yakından ilgileniyor. Yemeleri, içmeleri ve uyumaları gibi.
Şüayip’ın annesi bir gün hastalanmış ve Trabzon da kafadan ameliyat olmuş. O zamanlar fakırlık ve yoksulluk zamanlar. Evde çocuklar, ahırda inekler, tarlada ekinler ve çayırda otlar. Zor geçen kış’a hazırlık yapılacak. Hastada olsan öyle istediğin kadar yatakta yatma şansın yok. Doktorların izin vermemelerine rağmen rica minnet Şüayip’in annesini zorla taburcu ederler. Anne eve geldi ancak henüz iyileşmemiştir. Şüayip’ın işlerine zor bir iş daha katılmıştır, hasta olan annesine bakmak. Artık Şüayip’in babası inekleri sağıyor, ağır işleri Baba, diğer işleri Şüayip yapıyor. İnekleri sağan Baba sütün bir kısmını küçük çocuklara vermek üzere bir tasa koyarak tereğe koyuyor, diğer sütü ise ilerde süt makinesine çekmek üzere içerde bulunan toplama kabına boşaltıyor. Baba artık dışarıda yapması gereken işler için dışarı çıkıyor. Evin sorumlusu artık Şüayip. Hasta olan Annesine bakacak, küçük çocukların yemeklerini verecek. Tam evi süpürmüş temizlemiş sıra yemek işine gelmişti ki acıkan küçük kardeş terekte bulunan tas içerisindeki sütü almak için üst üste koymuş olduğu iskemlelerin devrilmesi sonucu süt tası ile birlikte yere yuvarlanmış. Hem süt dökülmüş hem de ev berbat olmuş. Bu duruma çok sinirlenen Şüayip eline geçirmiş olduğu bıçakla küçük kardeşini yere yatırmış. Yattığı yerden durumu gören anne acı acı feryatla bağırmaya başlamış. Buna da çok sinirlenen Şüayip ateşlikten almış olduğu bir odunla annesinin ameliyatlı kafasına hızlıca vurarak evden kaçmış. Anne Ağızdan, burundan kan ve irin boşalarak bağrışırken sesleri duyan Baba koşarak eve gelmiş. Bir de ne görsün, hanım kan revan içerisinde, ev savaş alanına dönmüş. Durumu öğrenen Baba Şüayip’i aramaya koyulmuş ama Şüayip yok tabi.
Bu arada çok enteresan bir şey olmuş. Doktorların ameliyatla dahi iyi edemedikleri Anne iyileşmiş. Darp neticesinde boşalan kan ve irin Anneyi iyi yapmış. Baba hayretler içerisinde durumu komşulara anlatıyor, Annenin dana önceki durumunu bilen komşular hayretler içerisinde kalıyor. Zaman geçip ve eşinin de iyi olduğunu gören Baba Şüayip’e değil vurmak, onu adeta seviyor. Bu Allah’ın bir hikmeti “Her şerde bir hayır, Her hayır da bir şer” olabilir diyor.
Olaylar bana anlatıldığı ve aklıma kaldığı kadarıyla kaleme dökmeye çalıştım. Konuyu yakinen bilenler ekleme ve çıkarma yapabilir. Tarihten arda kalanlar şimdilik bu kadar. Sürçü lisan etti isek af ola. Kalın sağlıcakla.