Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 35,9451 | 36,0099 | |
EURO | 37,1016 | 37,1685 | |
ÇOBAN OSMAN
(Osman BALCI)
Tarihte en çok kutsanan mesleklerden birisi Çobanlık’tır. İlk çoban Hz. Âdem (as)’ın oğlu Habil’dir. Habil Peygamber değildi ama ondan sonra gelen her Peygamberin çobanlık yapmış olduğuna inanılır. Hz. Musa (as), Hz. Davut (as) Peygamberler ve hatta bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Çobanlık yapmışlardır. Çobanlar arasında sadece Peygamberler değil, tarihte Kral olmuş Çobanlarda görülmüştür.
Çobanın görevi: Hayvanların beslenmesi, sağlığı, üremesi, ilaçlarının yapılması ve kırkılmasıyla ilgilenmektir. Modern hayvancılığın gelişmiş olduğu ülkelerde Çobanın okulda yetişmiş, üstelik tecrübeli bir Çobanın yanında uzun bir hazırlık devresi geçirmiş olması istenir.
Bu gün Çobanlar eskisi kadar kutsanan, önemsenen bir iş yapıyor olarak kabul edilmiyor. Çobanlık Mesleği toplumsal hiyerarşide çok gerilemiştir. Çobanlar; yoksul, yaşamını sürdürecek daha geçerli bir yeteneği olmayanların işi olarak görülmeye başlamıştır.
Günümüzde Afganlılar ve Suriyeliler başta olmak üze yurt dışından gelenlere yaptırılan Çobanlık mesleği, beynimizin bir köşesinde yerleşen aşağılanacak, basite alınacak, indirgenecek bir meslek değildir. Eğer öyle olsaydı, Ulul azım Peygamberler hiç Çoban olurlar mıydı? Çobanlık yaparlar mıydı? Çobanlık bir Peygamber mesleği olup asla küçümsenecek bir meslek değildir.
Bu yazımıza Osman Balcı’yı konu edinirken, yazımızın başlığında “ÇOBAN OSMAN ” yazmamızın yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için tarihten bilgilerle giriş yapmak istedim. Yazılarımızda öncelik vermiş olduğumuz şahsiyetler sadece bizim değil, Köyümüzde herkes tarafından sevilen, sayılan ve halen hasretle anılan şahsiyetlerdir. Hayatta iz bırakmış, hayırla yâd edilmeye layık, yaptıklarıyla ardından söz edilmesini hak edenleri kaleme alıp yazıya döküyoruz. Haddimiz olmayarak, haklarında yazılar yazdığımız ve bizim yazdığımızın kat kat üstünde met-ü senaya layık, çok değerli büyüklerimizi yazarken yapmış olduğumuz hata ve kusurlardan dolayı, değerli büyüklerimizin manevi huzurlarında, bakide kalan aile efradından ve değerli okuyucularımdan özür diliyorum. Niyet halis, akıbet hayır olur inşallah. Gaye, unutmadığımızı beyanla, büyüklerimizi yazarak geleceğe taşımaktır. Çünkü biliyoruz ki “Söz uçar, yazı kalır”. Gelecek nesillerden bir kişinin okuyup da hayırla yâd edeceği veya bir “Fatiha ”göndereceği değerli büyüğümüze, bu vesile ile bizde umarım minnet ve şükran borcumuzu ödemiş oluruz. Umulur ki, Değerli büyüklerimizi dua ile anan genç nesiller bizden de bir Fatiha’yı esirgemez. Mevla’m tüm geçmişlerimize gani gani rahmet eylesin.
Çoban Osman 05.08.1927 tarihinde Rize ili, İkizdere ilçesi ilica köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Hacı (Keçeli) Hasan, Annesi Ayşe’dir. Erkek kardeşlerinin isimleri; Rıfat, Hacı Memiş, Musa ve Hoca İsmail’dir. Kız kardeşlerinin isimleri; Vesile, Fadime ve Resmigül’dür.
Sekiz kardeşten birisi olan Çoban Osman, doğum tarihinden de anlaşılacağı üzere Cumhuriyetin ilk yıllarında Dünyaya merhaba demiştir. Savaşlardan yeni çıkmış olan bir devlette, yokluğun ve yoksulluğun kol gezdiği, halkın fakr-u zaruret içerisinde var oluş mücadelesinin verildiği bir dönem. İmparatorluktan Cumhuriyete geçiş dönemi.
Çoban Osman’ın abisi Rıfat, ardına Havva ve Nezire adında iki kız çocuğu bırakarak genç yaşta hayata veda etmiştir. Dönem malum dönem ve ortada bir dul kadın, iki öksüz kız çocuğu kalmıştır. O zamanlar bu günkü gibi sosyal güvence söz konusu değildi. Her hangi bir sebeple kocasını kaybeden kadınlar mutlak bir korumaya ihtiyacı olduğundan yeniden bir evlilik yaşamak mecburiyetindeydi. Ölen kardeşlerin eş ve çocuklarına sahip çıkmak açısında o zamanlar bu evliliklerin yapıldığı çokça görülmektedir. Bu bir zaruret halı olduğundan dinen de cevaz verilmiş olan bir mevzudur. Bu sebeple Çoban Osman da ölen abisinin hanımı Hediye ile evlenmiş ya da evlendirilmiştir. Rahmetli Ağabeyinin eşinin “dul”, çocuklarının “öksüz” kalmasına gönlü razı olmamıştır.
Çoban Osman çok çalışkan birisiydi. Çocukluğundan beri hayvanlarla hemhal olmuş, çobanlık yapmıştır. Hiç gurbete çıkmamış, çobanlık haricinde hiçbir işte çalışmamıştır. Yaklaşık elli yıl Çağrankaya yaylalarına, Kurtlar Yaylasında ücreti mukabilinde çobanlık yapmış olan Çoban Osman, her hangi bir kurumdan emekli olmamıştır. Aile geçimini kazanmış olduğu Çobanlık parası ve satmış olduğu “Katık” veya İneklerin parasıyla sağlamıştır. Babasının zamanından beri var ola gelen küçükbaş hayvancılığı daha sonraları yerini büyük baş hayvancılığına bırakmıştır. Son zamanlarda evinin yandığından şu an köyde evi olmamakla beraber, yanmadan önceki evi; Korının alt kısımlarında, Koruğun kenarında, Recep’in Şevkinin evinin yukarısındaydı.
Literatürde, sığır güdene: Nahırcı, Koyun güdene: Çoban, Kuzu güdene: Kuzucu dense de genel olarak bizler hayvan güdene Çoban deriz. Çobanlar ince ruhlu, şefkatli, merhametli kimselerdir. Hayvandan ve hayvan dilinden anlamak ayrı bir sanattır. Siz hiç hayvanlarla konuşan gördünüz mü? Bilmem, ama ben bilirim. Birçok kez Amcam Çoban Osman’ın hayvanlarla muhabbetine şahit oldum. Amcam’ın sisten gözükmeyen “Nazara” ismindeki ineğine; Kale Nazara kale! Diye bağırdığında, Amcamın ineğinin “Möööö” diye bağışını ve Amcamın: gel ben buradayım, gel diye seslendiğinde ise Amcamın Nazara ‘sının sese doğru geldiğine şahit oldum. İneğin tüylerinin dikilmesinden, boynunun bükülmesinden hasta olduğunu ve ismiyle hitap ederek vay sen hastamı oldun dediğini ve ineğin için için “Mööö” diye inleyerek sanki evet ben hastayım bana bir çare deyişini müşahede ettim.
Yetmiş yıllık bir ömrün, çocukluk çağı olan beş- altı yıllık bölümü ile hastalığının nükset ettiği son beş yıllık bölümü hariç geri kalan ömrünün tamamını hayvanlara ve özellikle kendi hayvanlarına adayan Çoban Osman gönül bağı kurmuş olduğu hayvanları ile yalnızlığını giderir ve hayvanları ile muhabbet ederdi. Hayvanlar ile kurulan ünsiyeti garipseyenlere şunu hatırlatmak isterim ki bu gün Psikoloğa veya Psikiyatriste yolu düşenlere uygulanan çeşitli terapiler arasında hayvan terapileri azımsanamayacak kadar çoktur. Balıklarla yapılan terapiler, Kuşlarla yapılan terapiler bunların başında gelmektedir. Ayrıca; canı sıkılan, ruhum daralıyor diyenlere âcizane tavsiyemdir: Bir kedi, köpek veya aklınıza gelebilecek her hangi bir hayvanla veya o an ulaşabileceğiniz her hangi bir hayvana içinizi açın, tüm dertlerinizi sıkılmadan, çekinmeden anlatın, deşarj olun, şarj olduğunuzu göreceksiniz.
Bir ağacın altına oturup düşünürken, ağacın dalına konan Kuş’a; biliyor musun Serçe kardeş? Diye içinizdeki dert ve sıkıntılarınızı çekinmeden sıkılmadan anlatın. Parkta bir bankta oturmuş kara kara düşünürken yanınıza gelen Kediye; biliyor musun Kedicik? Diye başlayarak tüm sıkıntılarınızı anlatın. Âmâsız, fakatsız ve lakin’siz sizleri dinleyen o sevimli dostlarınızın sizleri nasıl rahatlattıklarına şahit olacaksınız.
Çoban Osman’ın Hayvanlarla mesaisi Sabah’ın erken saatlerinde başlar, Akşam’ın geç saatlerine kadar devam ederdi. Kendi yemeğine eksiklik olsa da, Hayvanlarının yiyeceğine asla eksiklik yapmazdı. Bu konuda zaman zaman ev halkına da eziyet yapar, ailesine “azar” ederdi. Hayvanlarını kendinden başka kimseye güvenmez, hayvanlarla ilgili bir görev verdiğinde de o görevin harfiyen yerine getirilmesini isterdi.
Yılın üç ayını Yaylada Çobanlık yaparak geçiren Çoban Osman, 6 veya 7 ayı da, Avenede hayvanları ile birlikte geçirirdi. Hayvanları için tek başına Avene mezrasında hayat sürerdi. Yemeğini kendisi yapar, sofrasını kendisi kurar ve kaldırırdı. Avene ve Bulanıksu’da mezrası vardı. Zaman zaman Bulanık suya da kaldığı olsa da, hayvanlarının başkalarına ait çayırlara girmemeleri için “sınor” (bir başkasına ait arazının başlangıç noktası) beklemek zor geldiğinden, sınor bekleme zorunluluğu olmayan Avenede kalmayı daha çok arzu ederdi. Hayvanları da Avenede rahat ederdi. Yaylım alanı geniş olduğundan, hayvanları sağdan soldan çevirmek zorunda kalmazdı. Saldım çayıra, Mevlam kayıra, diyerek sabahleyin ahırdan çıkarmış olduğu inekleri günün çoğu zamanını dışarda geçirirdi. Karnını doyuran inekler, ikinci bir ikaza mahal bırakmadan, akşama doğru kendiliğinden eve gelirdi. Zaman zaman, ufak tefek aksaklıklar olsa da, bu hep böyle devam eder giderdi. Havanın sisli veya dumanlı olması, ayarın bozulmasına vesile olmuş olsa da, saati gökteki güneş olan Çoban Osman’ın zamanı kolay kolay şaşmazdı. İneklerinin ne zaman geleceğini çok iyi bilir, dışarda ki işlerini ona göre ayarlar ve ineklerin dönüş zamanında evde olurdu. Evin yakınına gelerek “Hiiiim” diye inleyen ineklerine; geldin mi? Derman, gel gel ben buradayım der, evde ise dışarı çıkarak, veya yerini belli ederek hayvanlarını ahıra koyardı.
Çoban Osman’ın, İnekleri bağlarken yapmış oldukları muhabbet ayrı bir lezzette olurdu. Doydunuz mu? Güneşten darlandınız mı? Veya ıslamdınız mı? Gibi. Daha çeşitli olarak; su içtiniz mi? Veya geç kalan, yâda gelmeyen inek için ise: hanı! Kınalı nerededir, Mosralı niye gelmedi? hanı Maşallah nerde? Diye sualler sorar, kendince cevaplar verirdi. Birbirleriyle dövüşen veya kendinden küçüklere boynuz atan hayvanlarına kızarak ayar! Verirdi. Ahırda, bağından çözülerek huzursuzluk çıkaran, yaylımdan geç gelen veya disiplinsiz hareket eden hayvanlarına elini kaldırarak veya sopasını çekerek haddı’nı ve hududunu bildirmek üzere kızar “ Oohaa! şimdi yedin sopayı haaa” derdi. Kolay kolay sopa vurmazdı, ancak ara sıra da hayvanlarını okşadığı olurdu.
Abisinden kalan Havva ve Nezire ismindeki kızlarına ilaveten Fahriye, Emine ve Melek isminde üç kızı ve Isak isminde bir oğlu olan Çoban Osman’ın kızlarından Nezire Sakarya ili Hendek ilçesinde yaşayan Osman Balcı oğlu Bayramla evlenmiştir. ( Nezire’de tıpkı Annesi gibi talihsizlik yaşayarak, eşinin ölümü nedeniyle, ikinci kardeşle (kaim biraderi ile) evlenmek zorunda kalmıştır.) Havva; Süleyman Balcı oğlu Seyfeddin ile evlenmiştir. Fahriye; Aşeki vaneden Mevlut Yılmaz oğlu Ensar Yılmaz’la evlenmiştir. Emine; Aslan Yılmaz oğlu Hacı Dursun ile evlenmiştir. Diğer kızı Melek ise Velküden Çam Çavuş’a ikamet eden Cabir Ispır ile evlenmiştir. Oğlu Isak ise, Doğu Anadolu’da yaygın olarak uygulanmakta olan “Berdel” usulü ile Aslan Yılmaz kızı Fatma ile evlenmiştir.
Okuryazar olmayan Çoban Osman üstün bir zekâya sahipti. Hayvancılığın bol olduğu zamanlarda bin, binbeşyüz hayvanın içerisinde hangi hayvanın kime ait olduğunu bilirdi. Hangi hayvanın ne zaman kısmet aldığını ve kaç aylık gebe olduğunu, gebe hayvanın sürüye katılıp katılamayacağını bilir hayvan sahibine bilgi verirdi. Bilgi ve birikimi ile hayvan hastalıkların en az bir baytar (Veteriner) kadar anlar ve ne yapılması gerektiğini söylerdi. Bu nedenle gerek yaylalarda, gerek mezralarda ve gerekse köyde hayvanı hastalananlar mutlaka Çoban Osman’ı haberdar ederdi. Hayvan sahibi Çoban Osman’ın yönlendirmeleri neticesinde ne yapacağına karar verirdi.
Kışın yoğun kar yağışı nedeniyle ahırdan çıkma imkânı bulunmayan hayvanlarına yeşil, taze yiyecek temin etmek için sık sık “Yaprağa” giderdi. Yaprak: yöremizde bodur şekilde yetişen ve Kışın yaprakları kurumayan, karayemiş (karamış) ağaçlarının dallarının üç kısımlarından 30-40 cm gibi belli bir mesafeden, Orak yardımıyla kesilerek yapılan ve kışın hayvanların iştahla yedikleri bir yiyecek türüdür. Kesilip bir el tutamı kadar olan yapraklar kendi içerisindeki bir dal marifetiyle üsten bağlanarak adina “çapılı” denen yapraklar elde edilir. Kesilen kısımları bir araya gelecek şekilde bağlanan “çapılı”ların yaklaşık 8-10 tanesi, sağlı sollu olarak üst üste konularak, diken veya sarmaşık yardımıyla ortadan bağlanarak bir bağ yaprak elde edilmiş olurdu. Bu şekilde elde edilen bağların beş’i ile bir yük yapılırdı. Yaprak yükü; bir veya bir buçuk metre boyunda, adına “Sultuççı” denen bir sopa yardımıyla yapılan bir yüktür. “Sultuççı” olmadan beş bağdan oluşan yaprak yükünü sırtta taşımak imkânsızdır. Yaprak yükünün yapılışı; Taşıma ipinin Topuzlu iki ucu bileştirilip bulunan orta noktasından kelebek kanatları şeklinde iki kulak çıkartılıp yere serilirdi. İpin iç kısmına, kelebek kulakların tam altına gelecek şekilde önceden hazırlanmış ve ucu sivriltilmiş “sultuççı” torağa saplanır, yaprak bağlarından dört tanesi yukarıdan aşağı doğru “sultuççı”ye yerleştirildikten sonra, ipin topuzları kelebek kulakların arasından geçirilerek yük yapılmış olurdu. Kalan beşinci yaprak bağı yükün üst kısmına diğerleri gibi yerleştirilirdi. Bu şekilde yapılan yaprak yükü sırta alınmak için her iki kol ipe geçirilir ve her iki topuzdan asılıp sıkmak suretiyle yük sırta en uygun ve en rahat taşınacak hale getirildikten sonra yerden kalkılıp eve doğru yolculuk başlamış olurdu.
El dokuma işlerinde de mahir olan Çoban Osman çok güzel çorap örerdi. Yün veya Kıl’dan ip elde etmek için ip eğirir, cağlarla dokuma yapardı. Büyük Camide görevli olduğum zamanlar, eve gidip gelirken giymem için bana da bir çift kıl çorabı yapmıştı. Kıl çorabı yün çorabından farklı olarak kar yapışmamasıyla meşhurdur. Avcılar tarafından kullanılan Kıl çorapları benim gibi ayakları çok üşüyenler tarafından da sıklıkla kullanılan, kışın vaz geçilmez giysilerindendi.
Tamamen organik beslenen Çoban Osman’ın son beş yılı hariç Doktora gittiği duyulan veya bilinen bir şey değildir. Sürekli hareket halinde olduğundan, çevik, dinç ve dinamik bir yapıya sahipti. Ne çok zayıf, ne de çok kiloluydu. Akranlarına nazaran çok genç göründüğünden, yaşını soranlara; Ben on sekiz yaşındayım derdi. Hayatında hiçbir zaman Üşengeçlik, ihmalkârlık veya tembellik söz konusu olmamıştır. Ne kadar yorgun olsa da hayvanlarına hiçbir eksiklik yapmamıştır. Kışın ev ihtiyacı olan un, tuz, şeker gibi kuru gıda maddeleri alırken inekleri içinde küspe, kepenk gibi yiyecekler almayı ihmal etmezdi.
Ömrünün Elli yıllık bölümünde yazları Kurtlar Yaylasının vaz geçilmez Çobanlarından olan ve adından söz ettiren Çoban Osman, O zamanlar yaylada yaşayan yediden yetmiş yedisine kadar herkesin gönlünde taht kurmuş bir şahsiyetti. O zamanlar Ne Yayla Osman ’sız, Ne de Osman Yayla ’sız düşünülebilirdi. Her sabah çocuklar onun sesiyle uyanır, İnekler onun sesini beklerdi. Belinde köstekli saati, kolunda kol saati, evinde duvar saati yoktu. Ama o şaşmaz bir saatti. Her sabah aynı saatte dakik olarak Camiye gider Mikrofonu açar :”MAAALİİİ SÜÜÜRÜÜÜN PERSOPAYAAA” nidalarıyla yaylanın uyanmasına, harekete geçmesine ve adeta canlanmasına vesile olurdu.
Yaylada ineklerin yayılmış olduğu her bölgenin değişik bir ismi vardır. Başta Persopa olmak üzere, Sırıklı, Baş çayır, Büyük çamlık, kısa çamlık, Büyük boğaz’ın dibi, Oluklu suyun altı, Oluklu suyun üstü, Köy yolu, Cedak, Mağara, Püşi, Süleyman suyu, Zuvanın altı akla gelen otlak yerlerindendir. Sabah Camiye anons için giderken Hayvanların nerede rahat edeceklerini havanın durumundan tespit eden Çoban Osman duruma göre yer ismi anons ederdi. O zamanlar 1500 – 2000 ineğin olduğu Yaylada hangi ineğin kime ait olduğunu dahi bilebilen Çoban Osman, Akşam gelmeyen ineği en son nerde gördüğünü ve şu an nerede olabileceğini dahi tahmin ederek hiçbir ineğin başına bir hal gelmesini istemezdi. Kendi hayvanlarını otarırken göstermiş olduğu hassasiyeti diğer hayvanlara da gösterir, asla ayırım yapmazdı.
Hayatını hayvanlarına adayan Çoban Osman son zamanlarında rahatsızlanması nedeniyle çok sevdiği hayvanlarından ayrılmak zorunda kalmıştır. İstanbul iline ikamet etmekte olan oğlu İsak’ın yanına gelerek tedavisine başlanmıştır.
Hastalığı nedeniyle İstanbul’a gelmek zorunda kalan Çoban Osman’ın hayatında yüz seksen derecelik bir dönüşüm olmuştur. Bu dönüşüm açısından bakıldığında Çoban Osman’ın hastalanması hakkında hayırlı olmuştur diyebiliriz. Çünkü Kar Kış, Yağmur Çamur demeden hayatını hayvanlarına vakfetmiş olan Çoban Osman Dini vecibelerini yerine getirmekte aksaklıklar ve eksikliklerle karşı karşıya kalmakta idi. Bunu kendisi de itiraf eder “Allah af eder” inşallah derdi.
“Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, Hâlbuki hakkınızda o bir hayırdır. Ve olur ki bir şeyi seversiniz, hâlbuki hakkınızda o bir şerdir. Allah bilir, siz bilemezsiniz” (Bakara:216) Bu ayeti kerime irdelendiğinde Çoban Osman’ın hastalığının Allah tarafından kendisine bahş edilmiş olan bir nimet olduğu ortaya çıkmaktadır. Hastalığı nedeniyle tekrar köyüne dönemeyen Çoban Osman hastalık süresince hastanede yatmış olduğu günler hariç diğer günlerinin tamamını Camilerde geçirmiştir. Hastalık süresince adeta bir “Derviş” hayatı yaşayan Çoban Osman’a, Ulemanın bile dua ederken sık sık söyledikleri “Ya Rab! Son nefeste iman Kur’an nasıp eyle” duası vücut bulmuştur. Mevla’m inşallah diğer hata ve kusurlarını da af ederek Cennet ve Cemaliyle müşerref eyler amcamı.
Yazımızın başında Çobanlığın kutsiyetinden ve Ulul azim (Büyük)Peygamberlerin Çobanlığından bahsetmiştik. Aziz Mahmut Hüdai (ksa) Hazretlerinin Bursa sokaklarında ciğer satarak (bi’iznillah)ulaşmış olduğu mertebeyi göz önünde bulunduracak olursak, Hayatını hayvanlarına adayan Amcam Çoban Osman’a son zamanlarında nüks eden hastalık, uzaktan bir külfet olarak gözükse de aslında bir nimet olduğu anlaşılmaktadır.
İstanbul Yenibosna da evlerinin yakınında bulunan ve dernek başkanlığını Damadı Dursun YILMAZ’ın yaptığı Camının müdavimlerinden olan Çoban Osman Cemaat tarafından da çok sevilmiş ve aranan arkadaş olmuştur. Tüm dini sohbetlere, vaaz ve nasihatlere iştirak eden Çoban Osman Yatsı namazı ve Sabah namazlarından sonra yapılan zikirlere de katılarak bizim nazarımızda (Allah’u âlem) derviş Çoban Osman olmuştur.
Oğlu İsak Balcı’nın baş Aşçı ve torunu İsan Balcı’nın da aşçı yardımcısı olduğu İstanbul’daki şu anda Bezmialem Vakıf Üniversitesi Hastanesi olan O zamanlar Vakıf Gubera hastanesi olarak bilinen hastanede tedavileri devam etmekte olan Çoban Osman sık sık hastaneye gidip gelmekte idi.
O tarihlerde ben Sakarya İl Emniyet Müdürlüğü kadrosunda görevli idim ve Amcamın yeniden Hastaneye yatırıldığını, Abim Hasan Balcı’dan öğrendim. Amcamı ziyaret etmek üzere izin alarak İstanbul’a geldim. 27.07.1997 günü Vakıf Gureba Hastanesinde amcamı ziyaret ettim. Ziyaret saati geçmiş olmasına rağmen uzun bir müddet daha Amcamla sohbet ettim. Amansız bir ağrısı yoktu. Ölüm döşeğinde Ağır hasta olarak da durmuyordu. Kendisinden ayrılmak üzere izin istediğimde, bana dönerek; “EEE gidiyor musun? Ey git barı, hadi Allah selamet versin. Çok hayır göresin.” Diyerek dua etti. Ben Amcamın yanından ayrılıp, Oğlu Baş aşçı İsak Balcının yanına gittim. Bir müddet de orda oturdum. Amcaoğlu ile hoş sohbet ettik. Öğlen vakti olduğundan bana yemek ikram etti. Ben normalde kolay kolay Hastanelerde yemek yiyemezdim. Amcaoğlu, bunu anlamış olacak ki bana: “Bu yemekleri ben ettim haaa” diyerek manalı manalı baktı. Ben hiç itirazsız üç gözlü servis tabağıma koymuş olduğu kuru fasulyeyi, pirinç pilavını ve uzum hoşafını yiyerek oradan ayrıldım.
Hastaneden ayrıldıktan sonra yaya olarak Çapa tip fakültesinin önüne çıktım ve oradan Belediye otobüsü ile Bağcılara Teyzemin oğlu ve kaim biraderim Nuri Yılmaz’ın yanına gittim. Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum, Abim Hasan Balcı beni aradı ve Osman amcadan haberin varmı? Diye söyledi. Ben kendisine evet şimdi yanından geldim, amcam fena değil iyidir dedim. Abim bana; Amcam öldü, İsak abı aradı dedi. Ben, Şok içerisinde “İnna lillahi ve inna ileyhi racıun” diyerek, eyvah! Keşke amcamın yanından ayrılmasaydım, keşke biraz daha kalsaydım diyerek vahlandım ama zaman geri gelmiyor maalesef.
Tekrar Hastaneye geri dönerek Amcaoğlu ile görüştüğümde bana; sen buradan ayrılınca servisten beni aradılar ve Babamın durumunun kötüleştiğini söylediler. Ben hemen yukarı çıktım Babam hem kusmuş ve hem de isal olmuş üstü başı perişan içerisinde idi. Arkadaşların yardımıyla Babamı alıp banyoya soktuk ve güzelce bir yıkadık. Sonra yatağına yatırdık ama Babam iyice bitkin durumda idi. Kısa bir zaman sonra Babamın gözlerinin ferinin gittiğini ve öldüğünü fark ettim. Hiçbir kasılma, kıvranma veya bağırma olmadı, bir Kuş misali uçup gitti. Diyerek olayı bana özetledi. Çekmiş olduğu sıkıntılar günahlarına keffaret olur inşallah. Amcam Çoban Osman’dan biz razı idik Allan’da razı olsun ve onu Cennetine koysun inşallah.
27.07.1997 tarihinde vefat etmiş olan amcam Çoban Osman Yenibosna Koca Sınan mezarlığında metfundur. Koca Sınan mezarlığında birçok akrabamız ve köylümüz bulunmaktadır. Mevla’m Başta Koca Sınan Mezarlığında metfun olan köylülerimiz olmak üzere tüm geçmişlerimize gani gani rahmet eylesin.
05.03.1955 doğumlu olan Amcaoğlu İsak Balcı yakalanmış olduğu, çağın vebası dediğimiz müzmin Kanser hastalığı nedeniyle 22.03.2021 tarihinde vefat etmiş olup aynı mezarlıkta, aynı mezarda Baba oğul yan yana yatmaktadır. 66 yaşında aramızdan ayrılan Amcaoğluna da Mevla’m gani gani rahmet eylesin. Şu an tedavi görmekte olan eşine de Mevla’m “Şafi” ismi şerifi hürmetine şifalar ihsan eylesin.
Mevla’m Hasta kullarına şifalar, Dertli kullarına devalar, Borçlu kullarına da edalar ihsan eylesin.
(NOT: Bizim Natıkamız Çoban Osman’ın hayatını anlatmaya muktedir değildir. Amaç hatırlamak ve hayırla yad etmektir.)
(ksa): Kaddese’llahü sırrahu’l aziz.