| Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
| ALIŞ | SATIŞ | ||
| USD | 42,6585 | 42,7354 | |
| EURO | 50,0371 | 50,1272 | |
……..
Osmanlı imparatorluğunun küllerinin üzerinden yeniden doğan ve 16. Türk devleti olarak tarihte yerini alan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin her döneminin kendine özgü olayları ve kendine özgü çalkantıları mevcuttur. Ancak en çalkantılı yılları ise içerisinde 68 kuşağı diye yer alan gençliğin yer almış olduğu dönem olan 1970 ve 1980 yılları dönemidir. Anarşist ve terörist olayların çokça görüldüğü, gençlerin kandırıldığı ve özelliklede, bir şekilde okul talebelerinin olayların içerisine çekilerek zehirlendiği bir dönemdi. Bu dönemi sadece fakirlik, yoksulluk dönemi olarak addetmek kanımca eksik bir tarif olur, buna cahillik dönemi de dememiz gerekiyor.
Çünkü emellerine ulaşmak için, İç ve dış güçlerin el ele vererek ülkemiz üzerinde yapmak istedikleri operasyonlara çanak tutan yediden yetmiş yediye kadar, en kültürlüsünden, en kültürsüzüne kadar birçok insanın içerisinde var olduğu bir dönemdi. Araştırmayan, sorgulamayan, Kim, neden, nereye, nasıl ve niçin sorularına cevap aramadan olayların içerisine, adeta aynalı sazan gibi bodozlama atlayan, kandırılmaya ve kullanılmaya müsait birçok kesim vardı. Bunların içerisine en çok zarar gören ve en çok kullanılan fakır ve yoksul olan Anadolu çocukları olmuştur.
Bu kesimler arasında ilk önce, asıl kuruluş amaç ve gayesi ülkemizi çağdaş muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak olan Üniversiteler gelmekteydi. Anadolu’nun ücra köşelerinde yetişip, aile ve ülke menfaatine parlak ve müreffeh bir gelecek elde edebilmek için bin bir güçlüklerle yetiştirilip Üniversitelere gönderilen, her yönüyle saf, duru ve ter temiz genç dimağlar töreden ve yöreden uzak olarak ilk defa atılmış oldukları üniversite ortamında marjinal gruplar tarafından bir şekilde kandırılarak kendi emelleri doğrultusunda eğitiliyor ve maalesef kullanılıyordu.
Tron deresine odun, kütük yaparak, inek satarak veya yağ, minci satarak bin bir zorluklarla okul ve cep harçlığını zor bela kazanıp büyük hayallerle Üniversiteye göndermiş olduğu çocuğunu, bir yıl sonra karşısına gören aile adeta hayal kırıklığına uğruyordu. Çalkantılı dönemde, sert esen rüzgâra mukavemet gösteremeyerek, akan sele kapılıp yok olan gençlik başta ailelerini olmak üzere tüm ülkeyi kızgın bir kor gibi yakıyordu. Peygamberlik mertebesinden sonra en ulvi ve en ala bir mertebe olan şehitlik mertebesini dillerine pelesenk ederek Demokrasi şehidi, hak ve özgürlük şehidi gibi kendilerince bir isim bularak, %99’u Müslüman olan bir ülkede dini duyguları sömürüp arka planda kendi ideolojilerine eleman yetiştirmenin gayretinde olan iç ve dış mihrakların oyununa gelen birçok genç maalesef heba olmuştur.
Çocuğunu, okusun büyük adam olsun diye büyük okullara! gönderen aile, hiç ummadığı, hayal bile edemediği değişik bir manzara ile karşılaşınca, Kemal Sunal’ın “Hello Papa, Oğlun Geldi Almanya’dan” filminde olduğu gibi hayal kırıklığına uğruyordu.
Aynı amaç ve gaye uğruna oğlunu okusun diye İstanbul iline göndermiş olan Bitlisli baba oğluna mektup yazıyor:
Üzerine olsun Hakkı Selami
Kara gözlerinden öperem oğul
Almışam elime kâğıt kalemi
Halim, ahvalımızı tökerem oğul
Hamdolsun iyiyiz, şu ana kadar
Her senemiz geçen yıldan tey beter
Buralardan sual edersen eğer
Ne var, ne yok tek tek sarayam oğul
Yinem bu kış altı metre yağdı kar
Şöpek eldi, her yan oldi tarimar
Hesaplaram, hele yaza üç ay var
Midarem kalmadı dayanam oğul
İş güç yok dükkanda, kar edeminem
Satış yapamınem mal alamınem
Öz yağımla bilem kavrulaminem
Korkam ki, aklımı ataram oğul
Sarı kızı sattım, verdim odune
Güçüm yetmez, yağa, yarmaya, une
Zehre de zor atar kışın sonuna
Şaşırmışam, nidem, ne çarem oğul
Yağmurda hez oldi bağın duvarı
Leyi basti tarladaki mubarı
Bakamadım puta verdim davarı
Kardaşlaran ancak bakaram oğul
Burda ne derman var, ne doktor hekim
Söyle fakir! Sen kim? Hasta olmak kim?
Kaderim cenk olmış dönmüyor çarkım
Kimseye naz edip küsemem oğul
Deden öldi, kül tepeye köyledük
Nenen; Haydi! Ziyarete bağladuk
Ne gün gördük, ne de raha eyleduk
İşte! İşte en çok ona yanaram oğul
Yamalı pantolon, yamalı mıntan
Vaz geçtim bu kış da Palto maltodan
Bu gidişle bi gün çıkıp kaladan
Özümi aşağı ataram oğul
Göndermişim seni böyük şehere
Okuyup dönesen, gelesen bire
Emeğimi harcar isen boş yere
Seni ters yaturur keserem oğul
Orda çokmuş kötü avrat, sermiye
Düşmieyesen orospıye kahpeye
Rabbim seni belalardan saklıya
Aklın başan devşir behtanem oğul
Umudumuz bir Allah’dır, bir de sen
Okuyasen böyük adam olasen
Bizi bu hallardan sen kurtarasan
Sabirlan ayları sayaram oğul
Bu dünyaya nice açtım gözümü
Yazan katip kötü yazmış yazımı
Böyle sürse, ya boğaram özümü
Ya, bir gün ficceten giderem oğul
Dertliyem, Bitlisin öz halkıyam ben
Bitlisin talihi kaderıyam ben
Bu kötü kaderi bir gün yenersen
Gözlerimi rahat kaparam oğul
Gözlerimi rahat kaparam oğul
(ALINTIDIR)
1970 ve 1980 yılları, başta dış güçler olmak üzere iç güçlerin işbirliği ile ülkenin düzenini bozmak ve gelişmesini engellemek amacıyla birçok fırkaya ayrılmış olan veya ayrılmış gibi gözüken ve aslında aynı değirmene su taşıyan grupların ülke içerisinde çıkarmakta oldukları olaylar neticesinde huzurun kaçtığı, ailelerin tedirgin olduğu bir dönemdi.
Ülkemizde en cahilinden en bilgilisine, en fakirinden en zenginine kadar bu oyuna gelen birçok kişilerin bolca bulunduğunu görmek mümkündü. Tüm bu kesimlerden insanların mevcut olduğu o dönemdeki grupların içerisinde en faal grup, Üniversiteliler grubu idi. Olayların en çok cereyan ettiği yer Üniversitelerdi. İP, TİP, SİP, TKP, TKPML,TİKKO, DH, DHKP-C, PKK,İBDA-C gibi çeşitli adlar altında kurulmuş olan bu ve benzeri grupların yapmış oldukları yıkıcı ve huzur bozucu faaliyetler neticesinde başta okullar olmak üzere, çarşı, Pazar hiçbir yer güvenli değildi.
Dini eğitim veren İmam Hatip Liseleri de dâhil olmak üzere, sonradan adı değişip İlahiyat Fakültesi olan Yüksek İslam Enstitülerinde dahi bu grupların sızmış olduğu görülmekteydi. Yol kesme, gasp, silahla yaralama veya ölümle sonuçlanan olayların en çok olduğu yerler büyük şehirler olsa da, olaylar ülkenin tüm geneline yayılmış idi. Türkiye Cumhuriyetinin en küçük ilçelerinden birisi olan İkizdere’ de bu olaylardan payına düşeni almıştı.
İkizdere İmam Hatip Lisesinde bile hocalar çeşitli şekillerde protesto ediliyordu. Dersler boykot ediliyor, zaman zaman kavgalar oluyordu. İmam Hatip Lisesinde meslek dersleri haricindeki diğer derslere, sanki özellikle seçilmiş olarak sol görüşlü öğretmenler atanıyordu. Bu öğretmenlerin en başında Edebiyat öğretmeni Cevdet Özen geliyordu.
Edebiyat öğretmeni olan Cevdet Özen Sakaryalı idi. İkizdere İmam Hatip Lisesine tayin edilip görev yapmış olduğu yıllarda okulda eğitim ve öğretim gören her öğrenci ile mutlaka bir olumsuz anısı vardı. 1983 - 84 Eğitim ve öğretim yıllarında İkizdere İmam Hatip Lisesinden mezun olan Ali Can 1990 yılında Emniyet teşkilatında Polis Memuru olarak göreve başlayıp 1997 yılında şark dönüşü Sakarya İl Emniyet Müdürlüğü Erenler Polis Karakolunda göreve başladığı zaman üst komşusundan şikâyetle karakola müracaat eden bir vatandaşın, olay yeri görgü tespit tutanağı tanzim etmek üzere ikametgâhlarına vardıklarında, yapılan tanışma konuşmaları neticesinde adeta hayatının şokunu yaşayacaktı.
Karakola şikâyete gelen şahıs Cevdet Özenin kardeşi Necdet Özen idi. Sakarya Devlet Hastanesinde memur olarak çalışıyordu.
Necdet Özen; Ali Can’a siz nerelisiniz? Diye Sorduğunda,
Ali Can; Rize İkizdereli olduğunu söyleyince,
Necdet bey; benim abimde oralarda öğretmenlik yapmıştı, deyince
Ali Can; Abinizin İsmi ne, diye sorunca
Necdet Bey; Cevdet Özen cevabını verir
Alican’ın başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi adeta şok oldur. Durumun farkına varan Necdet Bey; siz abimi tanıyor musunuz? Diye sorar.
Ali Can; beyninde çakan şimşeklerin etkisinden kurtulup, biraz kendisini toparlayarak, hem de çok iyi tanıyorum, o benim Edebiyat öğretmenim, ben onu görmek isterim, o şimdi nerelerdedir diye sorar. Ali Can’ın aldığı cevap ikinci bir şok yaşamasına neden olur.
Necdet Bey : O geçen sene Amerika’ya iltica etti.
Ali Can : İkinci şoku da geçiştirdikten sonra Necdet beye durumu anlatmaya başlar. Hah! Şimdi tam yerini bulmuş, onun ve onun gibilerin Türkiye Cumhuriyetinde ne işi var.
Ali Can devamla; Ben İkizdere İmam Hatip Lisesi mezunuyum, yedi yıllık eğitim sürecinde sadece, bir yıl iki dersten ikmale kaldım. Birisi Matematikten, biriside Edebiyat dersinden idi. İki hocayı da hiç sevmezdim, onlarda beni hiç sevmezdi. Hele Cevdet Özeni, adam halis muhlis, süzme komünistti, özenle yetiştirilmiş, sanki kasıtlı olarak İmam Hatip’e gönderilmişti. Okulda onu seven bir talebe bulamazsınız. Normalde ders notları 1 ile 10’a kadar rakamla yazılan sayılarla verilirdı. Ama Cevdet Özen Hafif peltek lisanı ile “Oğlum! -1- size fazla, size -0-” diyerek talebelerin çoğunluğuna Edebiyat dersinden “0” verirdi.
Bir gün bir sınıfta yine bir Edebiyat dersinde öğrencilerle girmiş olduğu bir tartışma neticesinde Cevdet Özen hiddetinin dozunu kaçırarak talebelerine; “Hepiniz birer pisliksiniz” diye hakaret etti. Sınıftaki öğrencilerden bu sözü kendisine yediremeyen Mehmet Ali Sözüer isminde bir öğrenci, ayağa fırlayarak “ Hocam sizde bir sineksiniz” sinekler pisliğe konarlar, biz pislik isek, o halde sizde sineksiniz. Bu söz üzerine adeta buz kesen sınıfta Cevdet Özen, diyemeyecek bir laf bulamayınca çareyi sınıftan kaçmakta buldu ve sınıfı terk etti.
Ülkemin ücra köşelerinde Bin beş yüz nüfuslu bir ilçe olan şirin İkizdere’mde bile sağ sol olayları neticesinde çok canlar yanmış ve yakılmıştır. Kardeş kardeşe, Baba oğula düşman kesilmiş, birçok ocağa “Kor” düşmüştür. 1980 darbe olayına kadar cereyan eden olaylar, 80 darbesi ile bıçak keser gibi kesilmiş, bir sağdan, bir soldan diyerek nice gençler idam edilmiştir.
Dünya kuruldu kurulalı her zaman ve her mekânda “fıravunlar” var olmuş ve var olmaya devam edecektir. Siyonist Yahudilerin kurmuş oldukları emperyalist oyunlar her ülkenin insanına ve özellikle de genç dimağlara sirayet etmiştir. 70 – 80 lı yıllarda “sağ sol”, 90 lı yıllarda “Azzimendi’ciler” daha sonraları “Feto’cüler” diye frekans ve versiyonları değişse de amaç ve gayeleri hiç değişmemiştir. “ Böl, parçala, yönet veya yut.”
Kökleri dışarda olsa da, içteki iş birlikçilerinin destekleri olmadan yaşamaları ve varlıklarını idame ettirmeleri asla mümkün olmayan bu ve benzeri mihrakların ülkemiz üzerine ameliyat yapmamaları, yapamamaları için daha çok Yusuf’lar, Ali Can’lar, Selçuklar ve Mehmet Ali’ler yetiştirilmesi zorunlu bir vazifedir. Bu vazife Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan ve kendisini Türk vatandaşı olarak addeden herkesin görevidir. Bu vazifeye atılmak için, içerisinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asıl kanda mevcuttur” düsturunu şiar edinerek, başta ailesini olmak üzere vatan milletini seven, akıntıya kapılmadan bugün belirli bir seviyeye gelen birçok insanımız mevcuttur. Geçmişten ders alarak, geleceğimize yön vermek için daha bir iştiyakla, daha çok çalışmak her Türk vatandaşının birinci vazifesidir.
……