| Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
| ALIŞ | SATIŞ | ||
| USD | 42,3606 | 42,4369 | |
| EURO | 49,3699 | 49,4588 | |
........
Soğuk bir sonbahar sabahı, her yerde bir hüzün, her yerde bir sessizlik oluşmuş. Börtü böcek çekilmiş, ağaçlar yapraklarını dökmüş, kuşlar eskisi gibi ötmüyor artık. Hazan olmuş ilica köyünde inek sesleri, çıngırak sesleri kesilmiş, çocuk sesleri bile nadiren duyulur olmuştur. Ağır geçen kış şartlarına dayana bilmek, gelecek ilkbahara rahat ulaşabilmek için han bağılar veya nalyalar hayvan yiyecekleri ile ambarlar veya kilerler insan yiyecekleri ile doldurulmaktadır.
Şükür amca bir önceki kışta çok eziyet çekerek, komşularının da destekleri ile kendisini zor bir hal ilkbahara atmıştı. Darbı mesel olarak anlatılır;
Şükür amca kış babaya: Yahu kış baba gördün bu kış beni hazırlıksız yakaladın, çok zorluklar çektim, komşularımın destekleri ile kendimi zor ilkbahara attım. Bir dahaki kış gelmeden önce bana haber ver ben iyice hazırlığımı yapayım sen ondan sonra gel, olmaz mı?
Kış baba: Tamam, ben bir daha ki sene gelmeden önce sana haber vereceğim, sende hazırlıklarını yapar ve böylelikle soğuk günlerimde zorluk çekmemiş olursun demiş.
Şükrü amca; kış babadan almış olduğu bu söz karşısında, nasıl olsa kış baba gelmeden önce bana haber verecek diyerek yaşlılığın ve yalnızlığın da vermiş olduğu mahmurlukla, o zamana kadar kim öle, kim kala diyerek gününü gün etmeye başlamış. Gelecek kaygısıyla endişeye kapılmadan, yaşamış olduğu anın tadını çıkarmaya çalışıyormuş.
Zaman hızlıca akmış ve Şükrü amca bir sabah camdan dışarı bakınca her yerin karla kaplanmış olduğunu görmüş. Hiddetle camı açarak bağırmaya başlamış. Ya hu Kış baba! Geçen sene ben sizinle bir anlaşma yapmadım mı? Hani, gelmeden önce bana haber verecektin.
Kış baba; ben sana haber verdim.
Şükrü amca: Nasıl haber verdin?
Kış baba: Önce rüzgâr oldum ağaçların yapraklarını döktüm, sonra yağmur oldum yağdım, sonra boran oldum dağlarda dolaştım, daha sonra dağlara indim dağları beyaza bürüdüm, sen bunlardan hiç birini görmedin mi? Ben bunları sana haber vermek için yaptım. Ben sözümü tuttum, sana haber verdim, gerisi senin sorunun. Perşembenin gelişi Çarşambadan bellidir. Ben sözümü tuttum ama sen hazırlığını yapmadın. Ben sana, yakında sizin köye geleceğimi bildirdim.
Şükrü amca: Doğru söylüyorsun kış baba. Ben bunların hiç birine aldırış etmedim ve hepsini kulak arkası ettim. Demek ki bunlar bana müstahak. Vay benim akılsız kafam, vay benim akılsız kafam diyerek sobanın arkasında bulunan yatağına kıvrılıp yatmış.
Böyle bir akıbete duçar olmamak için ilica köyünde yediden yetmiş yediye kadar herkes kış babayı karşılamak için hummalı bir çalışma içerisine girerler. “Yazın hava hoş, Kışın ambar boş” olmasın diye günün şartlarına göre tedarikler yapılırdı.
Köyün önemli mezralarından birisi olan Aveneye Kışlık odun ve harçı (Fasulye sırığı) yapmak için gidecek olan Emine ile Nazmiye, önceden kararlaştırdıkları günde sabah namazından sonra buluşarak yola çıkarlar. Büyük Cami Mahallesi, Abduun Mahallesi, Müçolar, sirtler derken kosaraya vardıklarında yaklaşık on, on beş kişilik bir grup olurlar. Kimisi Fasoya, kimi Aveneye, Kimi Hostovala, kimi Bulanık suya, kimisi de Tron’e gitmekte olan grupta herkes en yakınında olanla sohbet ederek yol alırlar. Yürüyüşlerinde nezaket, konuşmalarında saygı ve sevgi hakım olan bu grupta, iki kişinin yan yana yürümesine imkân vermeyen patika yolda diziliş sırası yaşça en büyük olandan en küçük olana doğru sıralanmıştır.
Grubun başını çekmekte olan abla zaman zaman arkaya doğru bakarak, zaman zaman da bağırarak “ Paçi gelebiliyor musunuz?” diye bağırır. Bazen de arka taraflardan ön tarafa doğru “ Abula, biraz yavaş, ben çok yoruldum” veya “ Haburaya biraz oturalum mi?” diye söylenir. Hal ve vaziyete göre durum değerlendirmeleri yapılır, kararlar ağır ablalar tarafından verilir ve verilen karar uygulamaya konulurdu.
Bir saatlik yaya yürüyüşünün ardından Aveneye varan Emine ile Nazmiye kâfileden ayrılmak üzere izin isterler. Herkes bir birine dualarla “ Tamam, Allah kolaylıklar versin, Allah yardımcınız olsun diyerekten ayrılırlar. Avenede ilk maran Nazmiyelerin maranı olduğundan Emine ile Nazmiye maranın kapısına biraz soluklanmak için otururlar.
Karnı burnunda, ağırayak olan Emine arkadaşına; ben çok yoruldum, bu hâllen ben bir şey yapamam, içerde otların üzerine biraz uzanayım der. Nazmiye hemen maranı açarak arkadaşının rahat yatabilmesi için uygun bir yerde kendisine bir yatak hazırlar. Üzerini örtmesi için de bir palan bulup getirir.
Sağ kolunu başının altına koyup, sağ yanının üzerine otlara kıvrılıp yatan Emine arkadaşı Nazmiye’ye seslenerek Abula! Fazla uzaklara gitme ne olur, ben kendimi pekiyi hissetmiyorum. Köyden böyle olsaydım hiç gelmezdim.
Nazmiye tedirginlikle; paçı senin ağzın ne diyor? Biz ne ederiz buralarda, madem öyle bir durumun vardı neden geldin? Sen deli misin? Ben hiç ebelik yapmadım, hiç de anlamam, sakin haa! Haburiya doğurayım deme. Ben ne yaparım, biz şimdi ne yapacağız diye diye eline almış olduğu ipi ve orağı ile birlikte maranın hemen yanında bulunan petekliğin altına doğru giderken arkasına dönerek paçı ben haburiyayım, petekliğin altına, yine de bir şey olursa bağırırsın bana diyerek kapıdan çıkıp gitmiş.
İçinden saya saya peteklığe doğru giden Nazmiye bir yandan da arkadaşının durumuna içten içe yanmaktadır. Çünkü Emine’nin başına gelen olay ilk değil, sonda olmayacak. Köyde birçok örnekleri mevcuttur. Kimi “Patol” yaparken, kimi “Kukul” yaparken. Kimileri de çobanlık ederken doğum yapmıştır. Yine de için için Emine ye verip veriştirerek, ayları saymayı bilmiyorsan, parmaklarını da mı sayamadın. Ne zamandan beridir başın kirlenmediğini bilmiyor musun? Diye söyleniyormuş.
Nazmiye bu düşüncelerle bir yandan sayıklamakta bir yandan harçı yapmaktadır. Bir yandan da adeta “Kulağı kirişte” evden gelecek olan sesleri dinlemek için can kulağı ile ses dinlemektedir. Bu şekilde üç dört ilif harçı yapmış olan Nazmiye ev tarafından abulaaa abulaaa, nerdesin abulaaa, yetiş yetiş, seslerini duyan Nazmiye, aha şimdi (b…..) yedik, şimdi ben ne yapacağım, al başına belayı diyerek, aynı zaman da da arkadaşına çaktırmadan paçı geldim geldim, dur bağırma geldim işte burdayım. Nedir durum ne oluyor sana diye sora sora marana varmış.
Emine abula, kurban olayım, kan gelmeye başladı. Sen hele şu ateşi bir yak, bir kazana da su koy kaynasın, sonra bakalım ne ederiz. Allah’ım sen yardım et. Habu maranda ya ben ölürüm, ya da bebem. Allah’ım sen yardım et.
Emine’nin aklına Süleymanlılardan Havva gelir ve Nazmiye’ye Abula sen Havva abulaya bi haber versen, ne olur, ne olmaz Havva abla nede olsa bizden yaşlı, bizden tecrübelidir, o bize mutlaka yardımcı olur, en azından bir akıl verir. Mümkünse bir gelip baksın.
Ateşi yakıp, kazanı su doldurarak ateşin üstündeki zincire asan Nazmiye hızlı adımlarla kapıdan dışarı çıkmak üzere iken geriye donup, paçi biz gelene kadar sakın bir şey etme, Allah benim belamı verdi, bakalım ne yapacağım. İnşallah bir şey olmaz. Bir solukta Havvaların evine varan Nazmiye Havva abulaaa, Havva abulaaa diye bağırarak Havva ablasına sesini duyurmaya çalışır.
Havva abla evin üstünde bulunan meşeden yapmış olduğu harçıların diplerini sivrileyerek ilif haline getirmekte idi. Kendisine bağıran sese kulak kabartarak, Neee, buradayım, geeel geeel diye bağırır.
Nazmiye: Abulam gözüne kurban koooş koooş, gel diye bağırınca,
Havva: Paçı işim var, hoş buraya oynamaya gelmedim, evetleyirum, erkenden köye dönmem lazım. Bizim ki bu gün İstanbul’dan geliyor, beni fuzuli meşgul etme der.
Nazmiye: Havva ablası ile hem konuşurken hem de ona doğru yaklaşmakta iken, Abula! Durum bildiğin gibi değil, Emine bizim maranda yatıyor. Belki de doğuracak, ben bir şeyden anlamam, gözüne kurban olayım sen gelsen de bir baksan, ben yıkıldım kapandım.
Havva abla bu duruma kayıtsız kalamazdı, dur dur paçi dur kendini paralama, dur bakalım, durum o kadar ciddi mi yanı. Kendini bilmiyor muydu? Madem öyle bir durumu vardı ne (B….) yemeye geldi buralara. Hem seni de, beni de işimizden etti.
Bunlar işin cilveleri, Havva da biliyor ki bu işler böyle oluyor. Kız kocaya gider, hem gider hem ağlar. Kocaya giden kıza yolda “Paçı ne ağlarsın, istersen geri dönelim desen”, vereceği cevap;” afkurma! Önüne bak, hayde” olur. Havva abla da gelecek, gelecek amma konuşmadan da durmuyor. Herkes bir şey diyecek ya, o da diyor işte.
Havva ile Nazmiye koşa koşa marana gelirken, yolda kendilerini gören Fadime bağırmaya başlar “ olooo Paçılar, needur, nereye koşayısunuz, arkanuzdan kim kovalayı sizi der. Havva Fadimeyi görünce, Fadime kurban olayım gözüne sen de bizlen beraber gel. Habu Nazmiye bana haber verdi Bizim Emine ağur ayak idi birlikte buraya geldiler, şimdi Emine maranda belkide doğuruyor, gel bakalım ne yapabiliriz. Sen de yanımızda ol.
Fadime de elindeki işi bırakarak birlikte marana gelirler. Emine acı içerisinde bulunduğu yerde kıvranırken gözünden sicim gibi akan yaşlar yattığı otları ıslatarak, tavandan ahıra doğru akmakta idi. Ayak seslerinin marana doğru yaklaştığını fark eden Emine, abulaaa abulaaa yetişin ben ölüyürüm ne olur yetişin diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başlar.
Durumun ciddiyetini kavrayan Havva hemen işe el koyarak etrafa talimatlar yağdırmaya başlar. Bir yandan da Emineye dur paçı dur, bağırma, geldik işte, ben bu işin acemisi değilim, biraz bilgim var. Reyane teyzemden görmüştüm. Hiç korkma seni doğurtacağım, ikinize de bir şey olmayacak, ikinizde yaşayacaksınız. Ölüm mölüm yok, akluna kötü şeyler getirme, yalandan afkurma der.
Bir yandan da talimatlar devam ediyor. Nazmiye sen bak bakalım şu su ısındı mı? Fadime sende şu yatağın yerini değiştir, şu ateşliğe yakın bir yatak hazırla. Etrafa bir bak otlar çok kalın olmasın, varsa güz çimeni onlardan olsun. Birde bir “Çumur” yapmamız lazım, lağuz ekmeği, tereyağı lazım. Nerden bulabiliriz aceba diye düşünmeye başlar. Hemen aklına Çoban Osman gelir. Fadimeye dönerek; sen yatağı yaptıktan sonra hemen koş Çoban Osman’dan biraz tere yağ, biraz da lavuz ekmeği al gel. Durumu anlat, o sana yardımcı olacaktır der.
Fadime yatağı serdikten sonra tere yağ ve lağuz ekmeği almak için Osman amcanın evine doğru koşar adın gitmeye başlar. Nazmiye suyu ısıtmış ve ılık hale getirerek kazanı Havva ablanın uygun gördüğü yere yerleştirir. Havva abla kolları sıvayarak Emine’nin kollarından tutarak yavaş yavaş bulunduğu yerden kaldırıp yeni hazırlanmış olan yatağın yanındaki “peke”ye oturtur. Bir yandan da hem Emineyi rahatlatmak, hem de kasvetli havayı yumuşatmak için türkü söylemeye başlar.
Doğurdu keçilerim
Hep ettiler olama
Gel otur konuşalım
Sonra seni bulamam
Anam beni etmesen
Bir taş atsan patağa
Beni ettuğun gece
Rahat dursan yatağa
Bir yandan da kırk yıllık ebe gibi etrafa talimatlar yağdıran Havva abla Osman amcanın evinden istenilenleri alıp gelen Fadime’ye çumur yapma talimatını, Nazmiye’ye ise kendisine yardımcı olması talimatını vererek işe koyulurlar.
Öncelikle Emine’yi, naylon bir teknede, ılık suyun içerisine oturtur ve sürekli ıkınarak doğuma yardımcı olmasını telkin eder. Kendisi de çocuğun doğru olarak gelmesi için çaba gösterir. Çumuru yapıp femeleye yerleştiren Fadime de, bende bir şeyler yapabilir miyim? Benimde bir faydam dokunur mu? Babından Emine’nin yanına gelerek, ellerini ellerinin arasına alarak bildiği bütün duaları okuyup Allah’ım sen yardım et, Allah’ım sen yardım et diye yalvarıyordu. Emine ise doğum sancılarının vermiş olduğu ıstırapla Hevvam tut, fadimem tut, hevvam tut, fadimem tut diyerek uzunca bir uğraş neticesinde nur topu gibi bir uşak Havva’nın ellerinin arasından kayarak teknenin içerisine düşüverdi.
Çocuğun doğmasıyla tüm gözler fal taşı gibi açılmış doğan çocuğa bakarken Havva abla hesaba katmamış olduğu göbeğini kesecek olan bir alet aramaya başladı. Nazmiye ile Fadime’ye bağırarak, göbeğini ne ile keseceğiz, bana bir şey getirin. Maranda ne makas var ne de bıçak. Sadece duvarın deliğine asılı duran bir orak var. O da ot arağı değil odun orağı.
Nazmiye Havva ablasına seslenerek abula; burada bir odun orağı var, getireyim mi?
Havva abla çaresiz getir bakalım önce şu ateşte biraz tut onu sonrada kaynar su ile iyice yıka, kuruladıktan sonra bana ver dedi.
Söylenenleri harfiyen yerine getiren Nazmiye getirmiş olduğu odun orağını Havva ablasına verir. Bu arada göbek adı ne olsun diye sorar Havva abla. İlk söz hakkı Anneye ait olduğundan annenin bir isim söylemesi beklenir, acıdan kıvranan Annenin isim söylemeye hali yok. Havva ablasına, şimdilik sen uygun bir şey koy, sonra dedesine, babasına sorarız onlar ne koyarlarsa koysunlar der.
Bunun üzerine Havva ablası çocuğun ismini YUSUF koyar. Ardından da inşallah Hz. Yusuf’un çekmiş olduğu zahmet ve meşakkati çekmeden Mısır’a sultan olur der. Böylelikle göbek bağı kesilerek maranda bulunan eski peştamal ve don’lardan bezler yapılarak çocuk kundak edilir.
Her doğan çocuk mutlaka ağlar ama zavallı Yusuf doğmuş olduğu zamana, mekâna ve ortama itiraz eder gibi çılgınca çığlıklar atıyor, sesi maran sınırlarını aşarak Avene ırmaklarında yankılanıyordu adeta. Doğumun böyle oldu, ama Allah bahtını ve şansını açık eylesin. Ömrün çok olsun, rızkın bol olsun inşallah diyerekten kundaklanan çocuk emzirilmek üzere annesinin yanına yatırılır.
Emine zor şartlar altında, kazasız belasız olarak bir çocuk doğurmanın sevincini yaşamaktadır. Fadime’nin yapmış olduğu Çumur’u yiyerek, birazcık kendine gelir. Başta Havva ablası olman üzere diğer Fadime’ye ve Nazmiye’ye bol bol dua eder.