Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 41,7196 | 41,7947 | |
EURO | 48,3565 | 48,4436 | |
........
İkizdere İmam Hatip Lisesinde Meslek dersleri hocası olan Mustafa Efe iri yarı biriydi. Sağ el işaret parmağı birinci boğumundan kopuktu. Çok sevecek ve çok müşfik bir hocaydı. Gerek dersten dolayı olsun ve gerekse yaramazlıktan dolayı olsun, Her hangi bir durumdan dolayı öğrencilere sopa vurduğuna dair bir şahit yoktur. Çok güzel sesi vardı. Çok güzel Kur’an okurdu. Ara sıra camide kamet eder, Kur’an okurdu. Bazen Cuma günleri Camide vaaz ’da verirdi. Hitabeti kuvvetli idi. Nasihatleri cemaat üzerinde tesir ederdi.
Bir senesinde İmam Hatipte müstahdem olarak çalışmakta olan İsmail dayı tarafından Kurban Bayram namazını kıldırmak üzere Mustafa Efe köye getirildi. Bayramdan bir gün önce köye geldiğinden duyan duymayana haber verdi. Hocanın geldiği akşam ve bayram günü Cami tıklım tıklım doldu. O zamanlar Cuma namazları ve Bayram namazları büyük camide kılınırdı. Aşeki vaneden, Katalanda, Papayıneden, İstainerden çoluk çocuk herkes Bayram namazı için büyük camiye geldiler. Caminin alt kat, üst kat, müezzinlik olmak üzere her yer tıklım tıklım doldu. Cemaatin birçoğu camının dışında, avluda kılmak zorunda kaldı.
Mustafa Efe’nin köyümüze bayram namazı kıldırmak için geldiğinde, belki hava muhalefetinden olacak herkes caminin içerisine doluşunca cemaatte bir uğuldama başladı, böyle nasıl namaz kılacağız, nereye secde edeceğiz diye. Henüz namaz vakti gelmediğinden vaz’u nasihate devam etmekte olan Mustafa Efe duruma müdahale ederek; sakin olun! Herkes bir öndekinin sırtına secde edebilir. Bu şekilde caminin içerisine yer açılmış olur, kimse dışarda kalmaz diyerek uğuldamanın durmasına ve cemaatin rahatlamasına vesile oldu.
Mustafa Efe, o gece camide yattı. Sabah namazından sonra vaaz etmeye başladı. Bayram namazı vaktine kadar vaaz etti. Hocanın tesirli vaazına tüm köylüler hayran kaldı. Herkes İsmail dayıya, yapmış olduğu bu iyilikten dolayı teşekkür etti. Yıllarca Mustafa Efe hocanın okumuş olduğu Kur’an’ı kerim ve yapmış olduğu vaaz konuşuldu.
Mustafa Efe hoca, çok alçak gönüllü idi. Hiç kimseyi kırmaz ve sorulan sorulara açık yüreklilikle tafsilatlı olarak cevap verirdi. Ali Canların sınıfından bir öğrencinin din dersinde Hoca’ya sormuş olduğu cinsellikle ilgili bir soruya hiç kızmadan, gücenmeden, en ince ayrıntısına kadar teferruatlı bir şekilde cevap vermişti. Sorulan soruya, tüm sınıf, bu da hocaya sorulur mu babından, tepki olarak uğultu çıkartmışlardı.
Mustafa Efe hoca, öğrencilere nasihatlerinde; çocuklar! Bilmediklerinizi, kafanıza takılan her ne olursa olsun sorun, araştırın ve mutlaka öğrenin. Öğrendiklerinizi de yazın. Mutlaka not alın. İlerde sizlerde böyle sorulara muhatap olacaksınız. Ayıp olan bilmemek değil, öğrenmemektir. Bilseydiniz burada ne işiniz vardı. Öğrenmek için buradasınız. Mustafa Efe hoca da Abidin Keleş gibi zamanın iyi değerlendirilmesini, boş geçen, yanı hocası olmayan derslerin, Kur’anı kerim müfredatında bulunan ve ezberlenmesi gereken sürelerin ezber yapmak için iyi bir fırsat olduğunu ve bu fırsatları iyi değerlendirmek gerektiğini söylerdi.
Mustafa Efe; çocuklar buraya birçoğunuz kendi isteğinizle geldiniz, bazılarınız da, aileleriniz öyle isteği için buraya geldiniz. Burası, düz lise değil, adıyla şanıyla İmam Hatip’tir. İmam hatipli olmak bir ayrıcalıktır. Herkes İmam Hatipli olamaz. Her İmam Hatipli İmam olacak diye de bir kaide, kural yoktur. Burada, düz lisede okutulan derslere ilave olarak meslek dersleri görüyorsunuz. Buradan mezun olunca da, dinini diyanetini bilen, vatanını ve milletini seven, Yaratıcısını, yaratılış gayesini bilen ve yaratılış gayesine uygun olarak yaşamını idame ettirecek olan birer nefer olarak mezun olmuş olacaksınız.
Gerçek manada samimi olarak kalbinde Allah korkusu olan akıllı bir insan kötülük yapamaz. Yaratılanı yaratandan ötürü sever. Hayatta her ne oluşanız olun; Doktor olun, Hâkim olun, Savcı olun, Avukat olun, Esnaf olun Tüccar olun her ne olursanız, doğru olun. Doğruluk nasıl, ne şekilde olur? Allah Teâlâ’nın melekler vasıtasıyla peygamberlerine ve dolayısıyla insanlara göndermiş olduğu, dünya ve ahiret saadetini beyan eden, kurtuluş vesilesi ve kullanma kılavuzu olan Kur’an-ı Kerim’e uymakla olur. En doğru insan: işini hilesiz, hurdasız en iyi yapan insandır.
İmam Hatipli demek aynı zamanda; İMAM – HATİP demektir. Önce kendin okuyup öğrenip anlayacaksın ve anladıklarını hayatında tatbik edeceksin. Sonra çevrene, topluma anlatacaksın. İmamlık öyle zannedildiği gibi basit bir iş değildir. İmam sadece günde beş vakit ezan veren, gelen cemaate namaz kıldırdığı için devletten maaş alan bir devlet memuru değildir.
İmam; anne demektir. Şefkat ve merhametiyle ön plana çıkan bir anne demektir. İmamlar Peygamberlerin varisleridirler. İmam sadece camide namaz kıldıran değil, cemiyetin önderi olan kişidir. İmam Hz. İbrahim gibi, Hz. Musa gibi, Hz. İsa gibi olacak.
İmam İnşa edendir. Sadece camiyi değil, cemiyeti de inşa edecek. İmam dirilmeden toplum dirilmez. İmam paratoner gibidir. İmam adı ile değil, aklı ve vicdani ile muamele yapandır. Uyuyan değil uyandıran imam olmak lazım. Uyandıran imama da sahip çıkmak lazım, Uyandıran imama sahip çıkılmazsa uyuyanlar ve uyutanlar çok olur.
İki ders üst üste din dersini bu şekilde nasihatlerle tamamlayan Mustafa Efe İkizdere İmam Lisesine görev yapmış olduğu süre içerisinde vatanına ve milletine yararlı nesiller yetiştirmek üzere gayret ve çaba harcayarak yıllar sonra bile öğrencileri tarafından hayırla “yâd” edilmektedir.
İkizdere İmam Hatip Lisesinde meslek dersleri hocası olan ve ismini, iz bırakanlar listesine dâhil ettirmiş olan bir diğer hoca da Erdoğan Pazarbaşı idi. Erdoğan Pazarbaşı kısa boylu ve toparlak birisi idi. Ali Can’ların sınıflarında Arapça dersine girerdi. Erdoğan Pazarbaşı İlk görev yeri olarak İkizdere İmam Hatip Lisesine atandığından henüz Askerliğini yapmamış idi.
Erdoğan Pazarbaşı; Matematik öğretmeni olan Taştan Büyük ve meslek dersleri öğretmeni Fevzi Karagöz gibi İkizdere İmam Hatip Lisesinde iken kısa dönem olarak Askerlik hizmetlerini tamamlamışlardır. Erdoğan Pazarbaşı Asker dönüşü Okula geldiğinde saçları üç numara ile tıraş olduğundan, etrafı sarılan öğrenciler tarafından; hocam böyle daha yakışıklı oldunuz. Kimileri; hocam siz çömez misiniz, en büyük asker bizim asker gibi sözlerle Erdoğan hocaya askerlikle ilgili çeşitli sual ediyorlardı.
Erdoğan Pazarbaşı hocanın Askerden yeni gelmiş olduğu günlerde Rize Valisi tarafından İkizdere İmam Hatip Lisesine bir teftiş yapılmıştı. Günlerden Perşembe günü, öğleden önce son iki ders Erdoğan Hoca Ali Can’ların sınıfında iki ders üst üste Arapça dersi vardı. Erdoğan hoca birinci derse gelerek; çocuklar İkinci dersimize Vali bey bizim sınıfımıza girecek, tahtaya yazacaklarımı teneffüste sakın silmeyin, ikinci derste de aynı şeyleri anlatacağım. Dersi iyi dinleyin, Vali bey size soru sorarsa ayağa kalkarak doğru düzgün cevap verin dedi.
Erdoğan Pazarbaşı, meslek hayatında ilk kez bir Vali tarafından denetleneceğinden çok heyecanlıydı. Erdoğan hocanın heyecanı öğrencilere aks etmişti. Teneffüste dahi kimse yerinden kıpırdamıyor, ikinci derste Vali beyim gelmesi bekleniyordu. Arapça dersinde konu; fiil çekimleri ( Nesere – Yensuru), Fiili Mazi, Fiili Muzarı konuları işleniyordu.
Erdoğan Hoca ikinci ders zili çalınca hemen sınıfa girdi. Hocanın heyecanı her halinden belli oluyordu. Mevsim son bahar olmasına rağmen hoca, boncuk boncuk terler döküyordu. Yazı tahtasının önünde, bir Askerin komutanının önünde durur gibi iki eli iki yanında pür dikkat Vali beyin gelişini bekliyordu. İlyas Çakır isminde bir öğrencinin; hocam çok heyecanlısınız! Deyişini sanki hiç duymamış gibi gözleri sınıfın kapısına, kulakları ise koridordan gelecek olan ayak seslerine odaklanmış idi.
Ders zilinden 5-10 dakika sonra Vali Bey, beraberinde İlçe Kaymakamı, İlçe Milli Eğitim Müdürü, Okul Müdürü ve Müdür başyardımcısı ile birlikte sınıfa girdiler. Erdoğan Hoca; sınıfa sanki yüksek rütbeli bir komutan girmiş gibi sınıfa doğru “DİKKAT” çekerek bütün öğrenciler ayağa fırladı. Hocanın heyecanı öğrencilerde aks ettiğinden herkes pür dikkat Vali beyin yüzüne bakıyordu. Vali bey, öğrencilere oturun çocuklar dedikten sonra Erdoğan hocaya doğru “Evet” dersimiz ne! Diye söyleyince Erdoğan Hoca birinci derste söylediklerini aynen tekrar ederek dersi anlattı. Ders boyunca ellerini bulunduğu konumdan hiç kımıldatmayan Erdoğan hoca, bir komutanın karşısında dururmuş gibi dersi anlattı.
Vali beyin sınıftan çıkışı ile derin bir “oooh” çeken Erdoğan Hoca ile birlikte öğrencilerde “Oh bee” kurtulduk diye söylenmeye başladı. Vali beyden sonra artık ders yapılmıyor, durum değerlendirilmesi yapılmaya başlamış idi. Ali Can Erdoğan Hocaya; hocam neden bu kadar heyecan yaptınız, halen Askerliğin tesirinde misiniz? Diye sordu. Erdoğan Hoca; Evet, onunda etkisi olabilir, ama meslek hayatımda ilk kez bir Vali tarafından teftiş ediliyorum, Adam Mülki idare Amiri, birazda yapımızda var galiba, işte ondandır diye cevap verdi.
Bazı sınıfların Kur’ani kerim derslerine de giren Erdoğan Hoca’nın sesi çok güzel idi, çok güzel Kur’an okurdu. Camide bazen kamet eder, akabinde aşır okurdu. Erdoğan hocanın aşır okuyuşunu herkes severek dinlerdi. Erdoğan hoca Kur’an okurken duracaklarda durduğu zaman Cemaat, gayrı ihtiyari “Allah” veya “Haaay” sesleri çıkarırdı.
Erdoğan Hoca da Mustafa Efe gibi öğrencileri çok sever, hiçbir şekilde talebeye vurduğu vaki olmamıştır. Erdoğan Hoca çok iyi niyetli olduğundan bu iyi niyetini suistimal eden öğrenciler olurdu. Erdoğan Hoca Mütalaalarda veya okulda nöbetçi öğretmen olduğu zamanlar bazı öğrenciler olur olmaz durumlarda kendisinden izin alır, söylediklerinin aksine, ya maç izlemek için kahvehanelere gider veya balık avlamaya giderdi.
Erdoğan hoca, İsmail Kiraz, Hayrettin Soysal ve Necdet Aydın ile birlikte Kur’an Kursunun üzerindeki lojmanlarda bekâr olarak bir dairede kalırlardı. İçlerinde en şişko Erdoğan Pazarbaşı idi, kendisinden neden şişmansınız diye sorulduğunda, bilmem, aslında en az yemeği ben yiyorum, ama su içsem yarıyor, galiba yapımız bu derdi.
Erdoğan Pazarbaşı’nın İkizdere İmam Hatip lisesinden tayini çıkınca istisnasız tüm öğrenciler çok üzüldüler. Erdoğan Hoca; çocuklar siz başka hocalar, bizde başka çocuklar ve başka yerler göreceğiz, size hayatta başarılar diliyorum. Zamanla yokluğumuza alışırsınız. Sizlere faydalı olabilmiş isek, hayatınıza dokuna bildiysek ne mutlu bize. Bizden yana hakkım size annenizin ak sütü gibi helaldir. Oldu da, bilerek veya bilmeyerek sizlere bir zararımız dokunduysa sizlerde haklarınızı helal ediniz, diyerek okuldan ayrıldı.
İkizdere İmam Hatip Lisesi Meslek dersleri hocalarından bir tanesi de İsmail Kiraz idi.
İsmail Kiraz gerek derslerde ve gerekse bulunmuş olduğu meclislerde çok konuşan bir hoca idi. Konuyu anlatırken adeta yedi dağdan su getirir gibi, dolaylı yollardan konuyu anlatmayı sever çok çeşitli örnekler verirdi.
Sınıfta veya bulunmuş olduğu ortamda kendisinin varlığını hissettirirdi. Kendisin dinlenilmesini ve kendi doğrularının mutlaka doğru olduğunu iddia ederdi. Aksını ispat etmek isteyenlere kolay kolay söz hakkı vermezdi. İsmail Kiraz; giyim kuşamı ile de ön plana çıkmasını sever, giyim kombinesi her zaman uyumlu olurdu. Her konuda farkındalıklı bir hoca idi. Acıma hissi ve merhamet duygusu kendi kriterlerine uygun öğrenciler için geçerli olup, diğer öğrenciler için pek geçerli olmazdı.
“Nus ile uslanmayanı etmeli takdir, takdirle uslanmayanın hakkı kötektir” atasözünü dilinden düşürmez vurulması gereken öğrencilere, önce bir parti nasihat çeker ardından dayak faslına başlardı. Beş parmağı bir araya getirip cetvelle parmak uçlarına vurma yöntemini sıklıkla kullanırdı.
Cuma günleri camilerde vaaz etmesinden hoşlanırdı. Hitabeti kuvvetli olmasına rağmen bazen kullanmış olduğu kelimeler cemaat arasında tartışma konusu olurdu. Kullanmış olduğu bu kelimeler zaman zaman sınıfta öğrenciler arasında da tartışılırdı. İngiliz’e Hz. İngiliz, Amerikalıya Hz. Amerikan, bazen Şeytana bile Hz. Şeytan derdi. Gavura Hz. Gavur derdi.
“Hazreti” konusundaki ısrarından vazgeçmez, tezini savunurken de çeşitli örneklemelerle ve laf kalabalığı ile ön plana çıkmaya çalışırdı. Mesela; bir mezarlıkta Kur’an okuyup, dua ederken “Allah hepinize rahmet etsin” dense, Allah (cc) orada yatan meftalara rahmet etmez. Kullanmış olduğu “Hazret” kelimesini yüceltmek için değil, yermek için kullandığını ifade ederdi. Bu konu ile ilgi Ali Can’ın sınıfında bulunan Maksut Ekşi adli öğrenci ile hararetli hararetli tartışırdı.
Maksut Ekşi; Erzurum ili İspir ilçesinden idi. Kurra hafız olan ve İlkokulu dışardan bitirerek İmam Hatip Lisesine kayıt yaptıran Maksut Ekşi Medrese eğitimi almış olduğundan dini meselelerde çok bilgili idi. Yaşça da diğer öğrencilerden büyük, Hocanın yaşına yakın bir yaşta idi. Her şey laik olduğu şekliyle anılmalı, İngiliz gâvuruna “hazreti” denmez. Şeytana “hazreti” demek “hazret” kelimesine hakaret olur. “hazret” hazrettir, gâvurda gâvurdur. Bin dört yüz yıldır Peygamberlere ve sahabelerine atfedilen bu kelimeyi, hak etmemiş olan kişilerin isimlerinin ön kısmına kaymak doğru değildir.
Maksut Ekşi’nin bu şekilde yapmış olduğu savunmaya tüm sınıf bila istisna katılıyorlardı. Ali Can da bu konuda hocasına katılmıyordu. Ali Can söz alarak konuşmaya başladı. Hocam: Hiç altını nalbur dükkânına koysanız uygun olumu? Altının kıymetini sarraf bilir. Her şey yerinde güzeldir. Belagat olsun, laf olsun diye konuşulmaz. Biz, bizim sınıfta gavura “Hazret” denilmesini istemiyoruz. Diyerek son noktayı koymuş oldu. Teneffüs zilinin çalmasıyla da mesele kapanmış oldu. .
İsmail Kiraz sosyal yönü ile de çok aktif bir hoca idi. İlica köyü Muhtarlığının girişimleri ile Halk Eğitim Müdürlüğü tarafından Kooperatif binasında açılmış olan ve genç bayanların katılmış olduğu “Nakış, Dıkış” Kursunun yılsonu etkinlikleri çerçevesinde, yıl içerisinde el emeği, göz nuru ile elde edilen ürünleri sergilemek amacı ile İlica köyü İlkokulununda tertip edilen Kermese davet edilen İlçe Kaymakam’ı, İlçe Halk Eğitim Müdürü ve İlçe Milli Eğitim Müdürünün şoförlüğünü İsmail Kiraz yapmıştı.
Kermese katılmak için çocukları ile birlikte tüm köylüler akın akın gelerek Okulun bahçesine toplanmışlardı. Ali Canda Değirmenci dedesi ile birlikte bu kermese iştirak etmişlerdi. İsmail KİRAZ’ın getirmiş olduğu protokol okula yaklaşınca herkes Kaymakam geliyor, kaymakam geliyor diye o yöne doğru yönelince Ali Can’da aynı yöne doğru bakınca Okul Hocası olan İsmail Kiraz’ı görünce çok heyecanlanır ve dedesine; “dede dede!” işte bizim hocamız İsmail Kiraz diye bağırdı.
Torununun hocasını daha yakından görmek ve konuşma fırsatı yakalamak için protokolün geçeceği ön kısımlara hamle yapan değirmenci dede torunun elinden tutarak başta Kaymakam Bey olmak üzere tüm protokolle tokalaştı. Protokolün arka kısmında bulunan torunun hocasına ayrı ihtimam göstererek İsmail Kiraz’ı eve davet etti. Öğrencisini gören İsmail Kiraz’da dedesi ile tanışmış olmaktan duymuş olduğu memnuniyeti ifade ederek, görevli olarak orada bulunduğunu, ancak imkân bulabilirse davetine icabet edebileceğini söyledi.
Kermes alanında muhabbet esnasında Ali Can’ın dedesi bir yeğeninin İstanbul’da bir İmam Hatipte öğretmen olduğundan bahsedince, isim, soy isim ve bitirmiş olduğu üniversite konuşuldu. Değirmenci dede yeğenini İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun olduğunu söyledi. İsminin İbrahim BALCI olduğunu duyan İsmail KİRAZ, bende aynı okuldan mezunum. Ben İbrahim BALCI’yı tanıyorum, yalnız o benden bir sınıf önde idi diye söyledi. Ama bahsetmiş olduğumuz İbrahim aynı İbrahim’ midir bilmiyorum dedi. Bu şekilde aralarındaki muhabbet daha samimi bir havaya bürününce Değirmenci Dede İsmail Kiraz’a; eğer yanlış anlaşılmaz ve kabul buyurursanız Ali Can ile sana Yağ, peynir ve bal göndermek isterim dedi. İsmail Kiraz; çok teşekkür ederim, düşünmeniz bile yeterli, zahmet etmeyin deyince de, Değirmenci dede; şimdi sende benim bir yeğenim oldun ben Ali Can ile Pazartesi gönderirim. Ayrıca da müsait olduğunuz her zaman sizi köyümüzde görmekten ve evimize misafir etmekten onur duyarız dedi.
İleriki zamanlarda bir vesile köye gelen İbrahim Balcı ile İsmail Kiraz, Ali Can vasıtasıyla köyde buluştular. Birlikte değirmene giderek Ali Can’in dedesi ile uzun uzun sohbet ettiler. Ali Can hem amcaoğluna, hem de öğretmenine hizmet etmek için dedesinin talimatlarını harfiyen yerine getirerek, evden, ekmek, Bal, kaymak, yoğurt getirerek değirmenin kapısında mükellef bir sofra kurdular. Ali Can’ın dedesinin anlatımları ile değirmenin her tarafını gezen ve değirmen hakkında teferruatlı bilgi almış olan İsmail Kiraz çok memnun oldu.
….