Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 38,5944 | 38,6639 | |
EURO | 43,2309 | 43,3087 | |
….
Hüseyin incecik, tiz sesiyle başlamış olduğu mektupta Yusuf: “Canım sevgilim, Mektubuma başlamadan önce çok çok selam ederim. Göndermiş olduğun en az senin kadar kıymetli mektubunu aldım. Beni ne kadar sevindirdiğini kelimelerle tarif edemem, çok memnun ve mutlu oldum. Allah razı olsun. Bebeğimiz doğmuş çok sevindim. Allah ona ve size hayırlı uzun ömürler versin. Allah size soğuk rüzgârlar değdirmesin. Alla size darlık göstermesin. Allah Vatanımıza zeval vermesin. Allah hepimizi korusun İnşallah.
Senin bana zor şartlarda mektup yazdığını biliyorum. Yeğenim Hüseyin’e çok teşekkür ederim. Onun gözlerinden öpüyorum. İnşallah Allah nasıp eder sağ salım köye, sizin yanınıza dönersem Hüseyin’in yaptıklarını ömür boyu hiç unutmayacağım. Bende elimden geldiği kadar ona yardımcı olacağım.
Sevgilim, hayatımın anlamı, canımın canı, yaşama umudum seni çok seviyorum. Hayatımızın meyvesi, canımızın parçası, Rabbimizin lütfu Ali Can’ımızı da çok seviyorum. Gece rüyalarımdan, gündüz hayalimden hiç gitmiyorsunuz. Hep sizi hayal ediyorum. Biliyorum sizde zordasınız. Ama vatan borcu sevgilim, ne yapalım. Hiçbir şey vatansız olmaz. “ÖNCE VATAN”, “HER ŞEY VATAN İÇİN” Vatansız sevgi bile olmaz. Açlık, susuzluk ve yorgunluk bir anlık, gelip geçici şeylerdir. Bunların hepsi de gelip geçecek inşallah.
Neyse Anneciğim ne yapıyor, nasıldır iyidir inşallah. Onun o nasırlı ellerinden, nemli gözlerinden doya doya öpüyorum. Babama ’da çok çok selam ediyorum. Biricik kardeşlerim Kadir’e, Mustafa’ya Zehra’ya hepsine ayrı ayrı selam ediyorum. Hepinizi çok özledim, hepinizi çoooooook çoooooook seviyorum.
Biliyorum, her ne kadar beni merak etmeyin desem ’de beni, merak ediyorsunuz. Ama Allah’a şükür şimdilik iyiyim. Bu mektubu bölük revirinden yazıyorum. Diyeceksin ki revir neresidir. Revir cephede değil, gerilerde daha emniyetli ve daha güvenli bir yerdedir. Burada yaralanan askerlerin ilk tedavileri yapılarak durumlarına göre büyük hasta hanelere gönderiliyorlar. Hemen meraklanma, sakın ağlama ha! Benim önemli bir şeyim yok. Kalçamdan bir gâvur mermisi geldi geçti. Çok büyük bir yaram yok. Doktorlar kendi aralarında konuşurken duydum, mermi kemiğe bir zarar vermemiş, bol etten girip çıkmış.
Sevgilim; bunu sakın Anneme babama söyleme. Hiç kimseye söyleme. Sen de merak etme inan Vallah’ı doğru söylüyorum. Sadece bir yara. Sabırsızlıkla iyileşmesini bekliyorum. Ne kadar haber alabiliyorsunuz bilmiyorum ama Düşman geri çekilmek zorunda kalmış. Kimi karadan, kimi gemilerle kaça kaç ediyorlar. Bizden de çok şehit olduğu söyleniyor ama bizde onlardan çok gâvur öldürdük. Bitecek, bitecek inşallah.
Ben iyiyim, sizde iyisiniz inşallah. Babam ne yapıyor, hep işler ona kaldı değil mi? Değirmenle uğraşıyor, evle uğraşıyor Allah yardımcısı olsun. Biliyor musun, değirmeni bile çok özledim. Sakunarını, koftarasını, sıfonunu, oluğunu, suyun sesini her şeyini, her şeyini özledim. Oralarda saklambaç oynadığımız zamanlarımızı da özledim. Hanı ben babama yemek götürmek için değirmene giderken seni hayatın gerisine görürdüm ya! Sen de bir bahane uydurur caminin orda yanıma gelirdin. Bende babama yemeği götürmekte geç kalırdım, babam da bana kızardı. Hep şöyle derdi bana “ Ula! Hıyar, niye geç kaldım”. Ben kem küm eder doğru dürüst cevap veremezdim tabi. O günleri çok özlüyorum.
Ah anneciğim, canım annem, biricik annem. Onun höşmerisini, lahana çorbasını, yoğurdunu çok özledim. Biliyor musun? İneklerin sesini bile özledim. Kara Kız’ı, mosralı’yı, kınalıyı, Çevreliyi, Gelincik’i, kıbar’ı hepsini, hepinizi, her şeyi özledim. Bitecek inşallah, bitecek. Bu kara günler de geçecek Allah’ın izniyle.
Şimdilik buradayım, ben bir Türk Askeriyim. Vatanımı koruyorum. “ÖNCE VATAN.” Neyse; canımızın yongası Ali Can’ımız ne yapıyor, seni darlıyormu? Çok mu yangaz? Kime benziyor? Bana benziyor dimi, Aslan parçası, oğlum babasına benziyor. Mevzide kasaturamla “CANIM ALİ CAN’IM” yazdım. Aslan oğlum buralara gelecek, babasının nerelerde düşmanla çarpıştığını görecek. Allah göstermesin, Allah geçinden versin ama olurda şehit olursam, oğlum babasıyla gurur duyacak. İnşallah ölmez de, sağ salim memlekete dönersem eğer seni de buralara getirmek isterim.
Biliyor musun? Buralar çok güzel. Vatanın her karış toprağı çok güzel ama buralar bir başka daha güzel. Öyle bizim köy gibi iki dağın arası değil çok geniş, uçsuz bucaksız bir arazı. İrili ufaklı dereler, ırmaklar var ama çok derin değil, kolayca inilip çıkılır. Yanı bizim köy gibi değil. Orta yerde kocaman bir Deniz var ama karşısı çok kolay gözüküyor. O karşı taraflara Lapseki, Asma diyorlar. Bizim bulunduğumuz tarafa Gelibolu diyorlar. İsimler çok aklıma kalmıyor ama; Conk bayırı, Anafartalar, Kırta tepe gibi yerler aklıma kalan yerler. Bizim devamlı bir yerimiz olmuyor, nereye ihtiyaç oluyorsa oraya götürüyorlar. Burada çok güzel arkadaşlık var. Herkes elinden geldiği kadar birbirine yardım ediyor. Ekmeğimizi bölüşüyoruz, bir birimizin yaralarını sarıyoruz, bir birimize moral veriyoruz. Allah Allah sesleriyle dağı taşı inletiyoruz. Burada herkes korkuyu yenmiş, kimse ne ölümden, ne de mermiden korkuyor. Bomba sesleri, mermi sesleri, naralar birbirine karışıyor. Bazen gavur bir şey atıyor bizim bulunduğumuz tarafa, adına top mermisi diyorlar, ortalık Cehenneme dönüyor, Göğe doğru büyükçe bir ateş yükseliyor. Yandım Anam, Allaaaaah sesleri ortalığı kaplıyor. Yine de, komutanlar Hücuuuum diye bağırınca biz Allah Allah Allah diyerek ileri atılıyoruz.
Canım benim, İnşallah gelirsem her şeyi daha teferruatlı anlatacağım sana, sakın ağlama ama olurda gelemezsem Hakkını helal et bana, benim hakkım ananın ak sütü gibi helal olsun sana. Canımın içi gözlerinin buğulandığını görür gibiyim, sil gözlerinin yaşını, sakın ağlama, Türk Askerinin eşi ’de Türk askeridir. Vasiyet ölüm getirmez. Helalleşmek, vasiyet etmek sünnettir. Onun için sadece helalleşmek istedim seninle.
Nizamettin hocanın oğlu Muhammet’in çocuğu da bizim Ali Can’ımız ile aynı günde doğdu demiştin. Demek onunkisi kız olmuş, ismini de Nazlı Can koymuşlar. Çok sevindim, bilirsin Muhammet’ı de çok severim en iyi arkadaşlarımdan birisidir. Muhammet’in de İstanbul’a çalışmaya gittiğini yazmıştın. Allah herkesin yardımcısı olsun. Allah herkesin çocuğunu kendisine bağışlasın. Bizim Ali Can’ımızı da bize bağışlasın.
Ben sık sık mektup yazamasam da sen sık sık yaz olur mu, Hüseyin’e çok selam ederim. Eminim bu mektubu da şu an Hüseyin’e okutuyorsun. Yeğenimden Allah razı olsun. Sizin varlığınız, benim yaşam kaynağım olmaktadır. Anneciğime, canim anneciğime, Aslan babama çok çok selam ediyorum. Can Ali Can’ıma da çok çok selam ediyorum, gözlerinden öpüyorum. Hepinizi Allah’a emanet ediyorum. Allah başta Vatanımız olmak üzere hepinizi ve hepimizi korusun inşallah.”
Okunan mektubu Hüseyin aynı şekilde itina ile katlayıp zarfın içerisine yerleştirerek yengesi Emine’ye teslim etti. Emine de almış olduğu mektubu, buğulu gözlerle öpüp öpüp kokladıktan, derinden bir nefes alıp, almış olduğu nefesi hoooo diye salık verdikten sonra koynuna yerleştirerek koşarak kaim validesinin yanına gitti. Anne! Anne! Anneciğim müjdemi isterim. Validesi; nedir kızım, ne var, ne oldu, ne müjdesi deyince Emine; oğlun Yusuf’tan haber var, mektup geldi.
Çanakkale Savaşlarına müdahil olan Türk veya gâvur tüm askerlerin, veya şöylemi ifade etsek; tüm bireylerin şahıslarına münhasır hikâyeleri vardır. Türk veya gâvur hangi asker dinlense, mutlaka bir öncekinden duymadığın veya bir önceki askerin görmediği bir olay cereyan etmiştir.
İşte bir Anzak askerinin ailesine yazmış olduğu mektup. Yıl 10 Ağustos 1915 Gelibolu.
“Sevgili ve bir zamanlar mutlu ailem! Gelibolu Cehenneminden merhaba! Bu mektubu size yazmak niyetinde değildim. Ancak gencecik hayallerimi resmetmek istedim. Hem siz benim buraya Cehennem dediğime bakmayın. Burası hakikaten çok güzel bir yer. Zeytin ağaçlarının bolluğu, Savaşa aldırmadan her yerde pıtır pıtır açan gelinciklerinin neşesi, birde Gelibolu bülbülleri sizlere olan özlemimle birleşince insanın içini acıtıyor. Sadece hiçbir şey işitmiyor ve duymuyorum. Bu arada sadece bakıyorum, saklanıyor, ateş ediyor, süngü takıyor, düşman öldürüyor, bit ayıklıyor, yemek diye verdikleri kuru bisküvi, kraker, kuru et parçalarını kemiriyor, zaman olursa yatıyor ve çok ender olarak uyuyorum. Ben artık sadece bir Anzak Askeriyim.
Ne sevdiğim şarkılar, yemekler, kokular, ne de sevdiğim insanlar… Ben artık bir sayıyım. Yaşayan bir sayı, ölürsem o zaman da bir sayı olacağım. “VATAN UĞRUNA KAHRAMANCA ”ölmüş bir sayı. Kahramanca ve Vatan uğruna! Kahramanlık mı? Hadi yaaa. Kahramanlık zorla olmaz. Vatana gelince; burası Türklerin Vatanı ve bu savaş bizim savaşımız değil. Bizler İngilizlerin de söyledikleri gibi sadece hevesli olan çocuklarıyız. Ben bu insanlarla neden düşman olmuştum ki? Ben bu savaşta ölmeyi reddediyorum. Bu benim savaşım değil. Fakat yaşamak içinde hiç isteğim kalmadı. Tanrım günahlarımı af et.” (Alıstair John TAYLOR).
Çanakkale’de Savaşan Yusuf’un Rize İkizdere İlica köyünde olan sevgilisi Emine’sine göndermiş olduğu dört sahifelik mektubun dördüncü sahifesinde bunlar yazıyordu. Emine; Yusuf’un annesi, kaim validesine, oğlunun mektubunu müjdelerken içeriğinden bahsetmeden önce bu mektuptan bahsetmeye başladı.
Emine; Anneciğim Yusuf bana göndermiş olduğu mektubun içerisinden böyle bir mektup daha çıktı. Sanki yanlışlıkla karışmış, anladığım kadarıyla da bir gavur askeri tarafından yazılmış. Ama Yusuf’un mektubunun içerisine nasıl karışmış anlayamadım.
Kaim validesi; hele dur kızım şimdi sen o mektubu bırak, bana Yusuf’umdan bahset. Yusuf’um ne demiş Yusuf’um! Sen bana Yusuf’umdan bahset. Yusuf’um nasılmış? Karnı tok mudur? Sırtı pek midir? Canı sağ mıdır? Aaah Allah’ım aaah! Allah’ım; Ümmeti Muhammedi koru, bizi de, bizim Vatanımızı da koru. Allah’ım Yusuf’umu bize bağışla, Askerlerimizin sağ ve salimen ailelerine, ana babalarına kavuşmalarını sen nasip eyle Yarabiiii!
Emine; Amiiin Amiiin Amiiin İnşallah anam Amiiin .
Yusuf’un mektubunun içeriğinden, akılda kalanlarını kaim validesine bir bir anlatan Emine sevinç ve neşe içerisinde odasına doğru koşarken bebesi, Ali Can’ının uyanmış ve ağlamakta olduğumu duyunca adımlarını daha fazla aşırarak bir hamlede Ali Can’ın yanına varır. Beşiğinde “Persopan”’ı ile yatmakta olan yavrusunu bir hamlede beşiğinden çekip alan Emine bebesine sarılarak sevinç gözyaşları dökerek bir müddet sarılı olarak ayakta kalırlar.