Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 35,5815 | 35,6456 | |
EURO | 37,1109 | 37,1778 | |
10 – Depresyonun ilacı dost sohbeti.
Evde veya iş yerinde, ne zaman canımız sıkılsa, mevcut durum, içerisinden çıkılmaz bir hal alsa veya bir bunalıma girsek hemen kendimizi bir dostumuzun yanına atmak isteriz. Çareler ararız, konuşmak isteriz, dertleşmek isteriz. Hakiki ve samimi dostluklar işte bu gibi durumlarda kendisini ortaya çıkarır ve belli olur. Hakiki dost, dostunun derdiyle ilgilenen ve elinden geleni karşılıksız olarak yapandır. Elden gelecek bir şey yoksa da tatlı diliyle teselli verendir dost.
Bazen de şöyle deriz; Lütfen beni yalnız bırakın. Kafamı dinleyeceğim. Yalnız kalmak istiyorum. Böyle durumlarda bir müddet yalnız kalmak doğrudur. Düşünmek, tefekkür etmek ve kafayı dinlemek yapılacak doğru harekettir. Ancak; gözlerimizi sabit bir noktaya takılı kalmak, kör bir noktaya bakmak doğru değildir. Ya gözlerimizi kapatıp iç âlemimizde seyahat etmeliyiz veya değişik noktalara göz gezdirerek, zihnimizin görmüş olduklarımızla meşguliyetini sağlamalıyız.
Bir suyun kenarında, ırmak, dere, göl veya deniz kenarında, su ile konuşmak, balıkları görüyormuş gibi onlara derdimizi anlatmak rahatlamamıza vesile olacaktır. Bir ağaçla, bir çiçekle konuşmak, bir yere oturup, uzaklarda dahi olsa en sevdiğimiz birisini hayal ederek, sanki yanımızda imiş gibi onunla konuşmak rahatlamamıza vesile olacaktır. Çünkü kimse sözümüzü kesmeyecek, kimse itiraz etmeyecek. Ama yok, fakat yok, lakın yok, istediğimiz gibi, istediğimiz şekilde konuşacağız.
Burada bir anekdot arz etmek isterim. Yaylada, havanın güzel olduğu bir gün teyze oğlu Ruşen YILMAZ ve bacanağım Dursun Ali AKSU ile birlikte ailecek piknik yapmak üzere şenliklerin yapıldığı kilise taşlarına gitmiştik. Bir yanda yemekler pişiyor, bir yanda çaylar demleniyor, bir yanda çocuklar etrafta oyunlar oynuyor, bir yanda da biz oturmuş sohbet ediyorduk. Köyümüzün eski Muhtarlarından Hanefi YIMAZ motoruyla tek başına, yumurta dağından aşağıya doğru indiğini gördük ve bir anda sohbetimizin konusu değişerek Hanefi abinin devamlı olarak dağlarda motorla dolaştığı ile ilgili konuşmaya başladık.
Eski Muhtar Hanefi YILMAZ’ da bizi görmüş olacak ki motorunu bize doğru sürerek yanımıza geldi. Birlikte yemeğimizi yedik ve çayımızı içerken, ben kendilerine; abi ne kadar güzel böyle dağları dolaşıyorsunuz. Tek başınıza biraz zor değil mi? Motor bozulur, azık biter veya bir yere düşersiniz gibi ne bileyim başınıza bir iş gelir diye sordum.
Muhtar emmi: Doğru söylüyorsun. Kafa dengi bir arkadaş olsa daha güzel olurdu. Ancak her zaman kafama göre arkadaş bulamıyorum. Arkadaş olsa tabi ki daha güzel oluyor. Bazen birileri ile çıktığımız oluyor tabi ki. Benim bu dağlarda gezmediğim yer yoktur. Her suyun başına, her taşın dibine oturmuşumdur. Motorumda her şeyim mevcut. Radyom var, azığım bol miktarda bulunur. Radyomu dinler, acıkınca azığımı yerim. Bir taşın üzerine çıkarak ezan okurum. Yüksek sesle salavat getiririm. Namaz kılarım. Bazen bir çiçeğin başına giderek onunla sohbet ederim. Uzaktan gören de; bu delimi, ne? Tek başına kendi kendine konuşuyor der. Ama ben bütün her şeyimi o çiçeğe anlatırım ve bu bana çok iyi geliyor. Kahve köşelerine oturmaktan, hiçbir faydası olmayan, boş boş konuşmaktan zevk almıyorum. Böyle dolaşmak bana çok iyi geliyor. Hem dedikodu, gıybet de yapmamış oluyorum, diye uzun uza diye anlattı bize.
Dost sohbeti tabi ki çok önemli, menfaatsiz ve karşılıksız olmasıdır. Karşılıklı menfaate bağlı olan dostluklar, hem sağlıklı olmaz hem de uzun soluklu olmaz, olamaz. Menfaatler çakışınca veya herhangi bir nedenle menfaat biterse dostluklarda bitmiş olur. Bu tip dostluklara menfaat dostlukları denir. Şirketler ve uluslararası dostluklar gibi tamamen “kazan kazan” politikaları üzerine kurulmuş dostluklardır.
Cennet mekân Fatih Sultan Mehmet han hazretleri, İstanbul’u fetih etmeden önce, bir sabah veziri ile birlikte tebdili kıyafet çarşıya pazara dolaşmaya çıkarlar. Bir bakkala girerek; şeker, un, tuz, pirinç ve ekmek isterler. Şekeri tartıp masanın üzerine koyan bakkala; Müşteri kılığındaki padişah: öteki söylediklerimi neden vermiyorsun? Diye sorar. Bakkal; bu sabah ben siftah yaptım, yan komşum henüz siftah yapmadı, diğerlerini de ondan alın diye cevap verir. Padişah veziri ile birlikte diğer bakkala geçerler ve kalan malzemeyi de ondan isterler. İkinci bakkalda aynen birinci bakkal gibi istenenlerin bir tanesini tartar ve masanın üzerine koyar. Padişah sorduğunda ise bakkal; ben bu sabah siftah yaptım, yan komşum henüz daha siftah yapmadı. Diğer malzemeleri de ondan alın der. Padişah, bu şekilde üçüncü, dördüncü ve beşinci bakkala girer, alınan cevaplar hep aynıdır. Padişah görmüş olduğu bu manzara karşısında, iki rekât şükür namazı kılar, ellerini rabbine açarak şöyle dua eder: Ya rab; bana böyle bir millet nasip kıldığın için sana hamd’ü senalar olsun. Böyle bir milletle ben, değil İstanbul’u Dünyayı feth ederim.
Bizim de, Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerinin tebaası gibi dostlara, o zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. Mevla nasip eylesin inşallah. İstenilen kriterlerdeki dostları, Avrupa’dan, Amerika’dan veya Afrika’dan ithal edecek halimiz yok elbette. Biz yetiştireceğiz, bizler yetiştireceğiz.
Dost; yerine göre arkadaştır, yerine göre kardeştir, yerine göre abidir, yerine göre abladır, Annedir, Babadır, Dededir, ninedir. Samimi dostluklar aileden başlar. Aile içerisinde tam anlamıyla, hakiki manada dostluk kuramayanların, en küçük bir sarsıntıda nasıl dağılıp gittiklerine şahit oluyoruz.
Bizler çocuklarımızla, ast, üst ilişkilerine riayet ederek, samimi dostluklar kuramazsak, sokakta, okulda, internette, herhangi bir yerde, her hangi bir vesileyle bulmuş olduğu dostlarına kızmaya hakkımız yoktur. İnsan sosyal bir varlıktır. Konuşmaya, kaynaşmaya ihtiyacı vardır. Anne – Baba olarak bizler çocuklarımızla konuşmazsak, ilgilenmezsek, onlarla konuşacak ve ilgilenecekler çoktur.
Çocuklarımızla, arada aracılar olamadan bire bir konuşmalıyız. Çocuklarımız bizimle, çekinmeden konuşabilmeli. Çocuklarımıza mutlaka ve mutlaka zaman ayırmalıyız. Baba; “ evladım; ben işten geldim çok yorgunum, kafam karışık.” dememeli. Anne, “ ben nerden bileyim, git Babana sor.” Gibi çeşitli mazeretler ileri sürerek derdini dinlemediğimiz çocuğumuz, derdini anlatacağı yeri çok iyi biliyor. Çocuğun derdini anlattığı merci de, çocuğu hiç itirazsız, ama sız, fakatsız ve lakin siz dinliyor.
İlgilenemediğimiz çocuklarımızla, ilgilenenleri tanısak, bilsek ve güvensek hiçbir sorun yoktur. Fikrini ve zikrini bilmediğimiz kişilerle kurulacak olan temaslar ise, telafisi mümkün olmayan neticelere yol açacaktır. Yavrumuzu bizden kopartacaktır.
“Sahipsiz vatanın batması haktır. Sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır.” Çocuklarımıza biz sahip çıkacağız, çocuklarımızı, bir başkası dinlemeden önce biz dinleyeceğiz, biz konuşacağız, biz dertleşeceğiz. Varsa sorunlarımızı biz aramızda konuşarak halledeceğiz. Aramızda vasıta olmadan, direkt olarak, biz bize, diz dize, göz göze konuşacağız. Yalansız, dolansız, abartısız, dobra dobra, gözlerimizi sağa sola kaçırmadan, çocuğumuzun gözlerinin içine baka baka konuşacağız. Yerine getiremeyeceğimiz vaatlerde bulunmayacağız. Tutamayacağımız sözleri vermeyeceğiz. Doğru olacağız, doğru söyleyeceğiz, güzel söyleyeceğiz, doğru konuşacağız. Konuşacağız, konuşacağız, konuşacağız. Verdiğimiz sözleri mutlaka, ama mutlaka tutacağız. Vaatlerimizi yerine getireceğiz. Yerine getiremediğimiz vaatlerimizin veya sözlerimizin nedenlerini yalansız, kaçamak yapmadan anlatacağız.
Ders çıkaracağımız güzel bir söz: “Gönül ne kahve ister, ne kahvehane. Gönül sohbet ister kahve bahane.” bu veciz söz üzerine, eşleri kahvehaneye veya başka bir yerlere bağımlı olanlar iki kez düşünmeli. Eşleri; zil zurna sarhoş olana kadar içen ve sorulduğunda “Abi; efkâr dağıtıyoruz veya deşarj oluyoruz,” diyenler üç kez düşünmeli. Sürekli bir şekilde evden uzak kalmaya çalışan, şimdiye kadar nerede idin sorusuna kaçamak cevap veren çocukların ebeveynleri hiç düşünmesin! Direk ağlasın. Bu çocuk nasıl bu hallere geldi, ne yapmamız gerekiyor diye geniş bir muhasebe yapsın.
Yöreden yöreye farklılıklar arz etse de, genellikle bizler birbirimizle konuşmasını, sohbeti, muhabbeti bilemiyoruz. Konuşma ritüellerine riayet edemiyoruz. Konuşmamızın bas’ını ve tiz’ ını iyi ayarlayamıyoruz. Muhatabımızı üzüyor, kırıyor veya toplum içerisinde rencide ediyoruz. Bilerek veya bilmeyerek yapılan bu hatalar, aramızdaki şefkat ve merhametin azalmasına, zamanla da yok olmasına vesile olmaktadır.
Kardeşlerinin veya arkadaşlarının yanında kızıp, bağırılan ve rencide edilen çocuklarda kışılık bozukluğu, ruhi bunalım ve psikolojik rahatsızlıklar, depresyon baş göstermektir. “kızını dövmeyen, dizini döver” sözü doğru değildir. Doğrusu “ Kızı ile konuşmayan, kızı ile iletişim kuramayan dizini döver” olmalıdır. Sözün özü ve daha doğrusu, aile içerisinde tüm bireyler, birbirleri ile etkili iletişim kuramazlarsa hepsi de dizini döver.
Eşimizle, dostumuzla, çoluğumuzla, çocuğumuzla bila istisna konuşacağız, her zaman ve her yerde konuşacağız. Her ne olursa olsun, iyiliklerimizi, kötülüklerimizi, neşemizi ve sevincimizi paylaşacağız. Unutmayalım ki: “Sevgi paylaştıkça çoğalır, dertler paylaştıkça azalır.”
İyisi ile de, kötüsü ile de bizim olan çocuğumuzun, başarısı da bizim, başarısızlığı da bizimdir. Doğuştan gelen zihinsel bir özür yoksa başarısız çocuk yoktur, ilgisiz çocuk vardır, iyi iletişim kurulamayan çocuk vardır.
Etkili iletişim ve etkili konuşma ile ilgili, çok değerli kitaplar mevcuttur, kitaplarından istifade edilmesi tavsiyemizdir.
Dost vardır ayağa kaldırır,
Dost vardır ayağını kaydırır,
Dost var ki aşkla yandırır,
Dost var ki candan usandırır.
Dost var ki kaynaktır taşı,
Dost var ki ağrıtır başı,
Dost var ki sırtında taşı,
Dost var ki bakar şaşı.
Dost var ki huzura erdirir,
Dost var ki postunu deldirir,
Dost var ki âlemi gezdirir,
Dost var ki canından bezdirir.
Dost; candır, dost canandır, dost yarendir, dost akrandır, dost her şeydir. Dost doğruları söyleyendir, dost doğru yola iletendir. Allah’u Teâlâ (cc) Hz. İbrahim (as)’a “Halil”(Dost), Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav)’e “Habib” (Sevgili) diye hitap etmektedir.
Yunus Emre şöyle diyor:
Sözü bilen kişinin, yüzünü ak ede bir söz
Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz.
Kişi bile söz demini, demeye sözün kemini
Bu cihan cehennemini, Sekiz cennet ede bir söz
Yunus şimdi söz yatından, söyle sözü gayetinden.
Pek sakın o sah katından, seni ırak ede bir söz.
Kiminle konuştuğumuzu, ne konuştuğumuzu, nasıl konuşmamız gerektiğini bilerek, önce kendi nefsimiz, sonra neslimiz, daha sonra çevremiz ile doğru kanaldan doğru iletişim kurmamız dileklerimle,
Dostlarımızın Allah dostları, sevgililerimizin de Allah sevgilisi olmaları temennisiyle “ESSELAMÜN ALEYKÜM” ve rahmetullahı ve berekatühü.
Bir sonra ki madde…
11 - Çocuklarınızı gözlemleyin.