Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 34,2236 | 34,2852 | |
EURO | 37,1848 | 37,2518 | |
O ZAMANLARDA YAYLA (3)
Eskilerde Yayla; her şeyi ile bir başkaydı. Yayla tutkuydu, Yayla özlemdi, Yayla güçlüktü, Yayla meşakkatti. Yayla varlık âleminde yokluğun ve yoksulluğun yaşandığı bir yerdi. Yayla; adeta “Sakal altında gurbettin yeriydi. Ayni köy sınırları içerisinde de yaşasan günlerce, haftalarca, hatta aylarca sevgiliden ve sevdiklerinden ayrı, anneye babaya kardeşe hasret kalmanın adresiydi Yayla. Yayla hasretin ta kendisiydi. Dönem yokluk ve yoksulluk dönemi olsa da, Yaylada; var olan şeylere bile istediğinde ulaşmanın imkânsız olduğu bir yerdi.
Yayladaki ailesinin bitmekte olan un, tuz, şeker gibi zaruri ihtiyaçlarını karşılamak, kendisinin de süt, yoğurt, yağ, minci gibi ihtiyaçlarını temin etmek amacıyla köyden Yaylaya gidecek olan abla, teyze, hala, Yaylaya hareketinden bir gün önce yükünü hazır ederdi. Haberleşmenin ancak Yayla ile köy arasında gidip gelenlerle sağlandığı o dönemlerde, gelinler veya Anneler kendilerine bildirilen ihtiyaç listesini eldeki imkânlar doğrultusunda hazırlardı.
Rakımı yaklaşık olarak 2450 olan Yaylaya gitmek, hele hele tek başına gitmek öyle kolay iş değildi. Yayladan dönüş iniş aşağı olsa da çıkış bir hayli zordu. Sırtta 45 – 50 kilo yük ile bu yolculuk daha da zordu. Gidişte yük, geliş de yük eksik olmaz, Yayladan boş olarak dönmek adeta ayıp sayılırdı. Ot yükü, kül yükü, katık yükü gibi yükler olurdu. Aaahhh annelerimiz, ninelerimiz, yengelerimiz. Aaahhh halalarımız, teyzelerimiz aaahhh, sizlerin haklarını biz nasıl ödeyebiliriz bilmiyorum. İstenilmiş olan zaruri ihtiyaçlarının yanı sıra, köyde var olan ancak Yaylada ulaşılması mümkün olmayan Elma, Armut veya Erik gibi meyvelerin yanı sıra, bahçede (ahpın) yetişen Fasulye, Mısır da toplayarak yüke yerleştiren yolcu, sabahın erken saatlerinde yola revan olmak zorundaydı. Mevsim yaz mevsimi, tedarik ve hasat zamanı. Köyde iş, yaylada iş, Her iki taraf içinde dur durak yok. “Yazın hava hoş, kışın ambar boş” derlerdi. Ağustos böceği gibi yaz’ı saz çalıp, raks ederek geçirirsen kışın karıncanın kapısında bulursun kendini derlerdi. Yazın çalışacaksın ki, kışın rahat edesin.
Yaylanın ilk giriş kısmında oyun oynayan çocuklar köyden gelen Halaların, Teyzelerin yüklerini gözetlerlerdi. Gelen yolculardan birisi bir şey verir mi? Diye. Çocuklar; Kedinin ciğere baktığı gibi gelenlerin yüklerine bakarlardı. Bir çürük Armut veya yere düşerek ağzı, burnu “haş” olmuş bir Elma, bir ezilmiş büzülmüş Erik çıkartılıp verirler mi diye. Gelenin verirken belki de elinin titrediği, alanın ise, hazine bulmuş gibi, aman kimseler istemesin diye aceleyle şapur şupur mideye indirdiği bir sulu meyveye hasret çocuklar. Bazen de rahmetli anneciğimin bize öğrettiği gibi “Bir fındığı yedi kardeş pay eder” misali bir Armut ve bir Elma’yı üç dört arkadaş kiççilayarak “ısırarak” yerlerdi. Buda dostluğun, kardeşliğin ve paylaşmanın en barız ve en güzel örneklerinden bir tanesiydi.
Yaylaya ulaşmak zorunda olduğu bu yol güzergâhının “ Dili olsa da konuşsa” deyiminin kendisini tam da bulduğu yerlerdendir bu Yayla yolları. İçler kan ağlasa da, yürekler yanıyor olsa da, sırttaki yük ağır olsa da Yayladaki sevilen ve sevgililere kavuşmanın vermiş olduğu mutluluk, arkadaş grupları olarak bir araya gelerek konuşup dertleşmenin vermiş olduğu tatla, dertler ve kederler unutulup sevinç ve neşenin yer aldığı Yayla yolları bir başkaydı o zamanlar. Ne insanlar tanımış, ne sesler işitmiş ve üzerinde ne horonlar tepinmiştir Yayla yollarında. Bunlara ancak dağlar şahit, taşlar şahit, ağaçlar ve Köyde Yayla yolculuğu yapacak olanlar gününden önce bir şekilde birbirlerinden haberdar olurlardı. Konuşulup önceden kararlaştırılan günde gerekli hazırlıklar yapılmış olarak belirtilen saatte, ya istainerin düzünde, ya korıde veya kürdüğün suyunda buluşurlardı. Dört köyün de aynı yolu kullanarak kuşlar şahit olurdu.
YAYLADA ŞU ANKİ YENİ CAMİİ
Çağrankaya Yaylamızda en eski Cami, şu anki mevcut Caminin yukarısında tepeye doğru Çoban Mustafa Balcı’nın evinin üst kısmında Ethoneli Tavlaş Mustafa’nın oğlunun ev yapmış olduğu yerdeydi. Yaylamızdaki en eski evler gibi taştan yapılı bir camii idi. Rahmetli dedem (keçeli) Hacı Hasan’ın İmamlık yaptığı camii işte bu cami idi. Bu Camiyi ben hatırlamıyorum.
İlk Yayla burada kurulmuştur. Nedeni ise; o zamanlar süt makinesi yoktu, sütler bir tekneye biriktirilip sütün üzerine çıkan kaymak zaman zaman bir odun kaşık yardımıyla toplanır ve kaymak bu şekilde elde edilirdi. Kaymağı alınmış olan süt peynir yapmak üzere kesinceye kadar bekletilirdi. İşte kesme işlemi ve kaymak toplama işlemi Caminin civarında çok daha iyi olurdu.
Daha sonra şu anki caminin bulunduğu yerde ahşaptan bir camii vardı. Benimde hatırladığım ve Minaresi de ahşaptan olan camı ihtiyaca cevap vermediğinden yıkılıp yerine mevcut camii yapılmıştır.
Mevcut yeni camii imece usulü tüm köylülerin maddi ve manevi katkılarıyla yapılmıştır. Az veya çok herkesin emeği vardır. Yapanlardan, yaptıranlardan ve emeği geçenlerden Allah razı olsun. Ölenlerine Mevla’m gani gani rahmet eylesin, hayatta olanlara da sağlıklı hayırlı uzun ömürler ihsan eylesin.
Yeni Caminin yapılışında, Büyük yayla ile sinir bölgesi olan Baş çayırdan kamyonlarla taş taşınıyordu. Bu taş nakli esnasında büyük bir kaza meydana gelmiş ve maalesef bir vatandaşımız vefat etmiştir. Hatırlaya bildiğim kadarıyla olay şöyle meydana gelmiştir;
Baş çayırdan kamyonlara taş yüklemek için insanlar toplanır, bir kısmı taş dolum mahallinde taş doldurmak için, bir kısmı de cami inşaatında boşaltmak için bulunurdu. Bazı gençler hem hizmet hem de eğlenmek amacıyla kamyon doluma giderken ve boşaltma yerine gelirken kamyon üzerinde seyahat ederlerdi.
Ethone (Gürdere)’den arabacı Şevki Karadeniz’e ait kamyonu kardeşi Cemal Karadeniz kullanıyordu. Taş dolum istasyonundan taş yüklendi, şoför mahallinde şoförle birlikte Şevki amcanın oğlu Ali Karadeniz ve Hafız Mustafa Coşkun vardı. Kamyonun sırtında da üç kafadar Sultan Yılmaz, Cemal Yılmaz ve Şuayip Yılmaz vardı. Araç dolum yerinden zorlu inişini tamamlamış düz yoldan yayla istikametine yol alırken şoförün bir anlık dalgınlığıyla araç kısa çamlıktan aşağı doğru yuvarlanmaya başladı. Şoför mahallinde bulunan Hafız Mustafa Coşkun maalesef burada vefat etmiştir. (Allah Rahmet eylesin)
Kamyonun üzerinde bulunan Cemal Yılmaz Kamyon kasasındaki kancalara ayağının takılması sonucu yaralanmış, Sultan Yılmaz ise aracın yoldan çıkış anında hızlı bir şekilde aşağıya fırlayarak daha sonra yuvarlanan kamyon kasasının üzerine kapaklanıp tekrar takla atarak devam etmesi neticesinde ölümden kurtulmuştur. Diğerlerinin de hafif şekilde yaralandığı bu kaza tüm yaylayı yasa boğmuştur. Bu elim kazada altı kişiden beşinin sağ kalması tek teselli kaynağı olmuştur.
Çocuk olmamıza rağmen Caminin yapılışına bedenen katkı sunma imkânına sahip olduğum için Rabbime şükrediyorum. Şu an ahşap olan caminin minberi ilk zamanlar betondu. Minber, Mihrap ve Kursunun yapılışında Hacı Asım Coşkun amcaya amelelik yaptım.
Camilerde yapılan dualarda hocalar genellikle: “Bu caminin yapılmasına vesile olan, emeği geçen, bu camiden güzeran eyleyen İmam, Müezzin kayyum ve cemaatten ahirete irtihal edenlerin ruhlarına” diyerek dua ederler. Bu nedenle camilere yapılan en ufak bir yardım, ila nihayet kıyamete kadar anılmaya vesile olmaktadır. Cami, Okul, Çeşme, yol gibi umumun kullandığı yerler “sadaka-i cariyedir.” Kişi ölse dahi kıyamete kadar amel defteri kapanmaz.