Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 40,2282 | 40,3007 | |
EURO | 46,7999 | 46,8842 | |
....
Zaman bir yolculuktur. İçinde barındırmış olduğu her canlının isteğini yerine getirir. İsteyeni Han’a getirir, isteyeni Hamam’a getirir, isteyeni karşıya, isteyeni çarşıya, isteyeni gurbete götürür. İsteyeni Camiye, isteyeni meyhaneye götürür.
Irk, din, dil ve cinsiyet ayırımı gözetmeden isteyenin istediği şekilde kendisinden faydalanmasına hiç bir itirazı olmayan zaman su misali akıp gitmektedir. Tavşan ile Kaplumbağanın yarışı misali hiç geçmiyor gibi gözükse de zaman çok çabuk geçmektedir.
Dört yıllık Vatanı görevini ifa eden Yusuf köye dönmüş, aradan yıllar geçmiş, mektuplarla varlığından haberdar olduğu yavrusu, Ali Can’ı kocaman delikanlı olmuştur. Değirmenci dedesinin büyük destekleri ve annesinin çabalarıyla Papeste bulunan beş yıllık ilkokulu başarı ile tamamlamış İkizdere Merkez Kur’an kursunda hafızlık eğitimine başlamıştır.
Kur’an kurslarında eğitim almak her çocuğun başarabileceği bir şey değildir. Sabır gerek, sebat gerek, azım ve kararlı olmak gerek. Bunlar sadece okuyan çocuklar için değil okutan aileler için de geçerlidir. Çocuğunu okumak üzere Kur’an kursuna götüren veli kayıt esnasında hocaya “ Hocam eti senin, kemiği benim” der ve bu şekilde çocuğunu Kursa kayıt yaptırırdı. Çocuklar her ne kadar bin bir vaatlerle ve süslü sözlerle ikna edilmeye çalışılsa da geçerli kaide bu şekildedir.
Dini eğitiminin alt yapısını Köydeki Camide Nizamettin hocadan oluşturmuş olan Ali Can seve seve olmasa da köydeki yaşam koşullarını göz önünde bulundurarak seçeceği hedefin kendisine ve kendisinden sonra gelecek olan nesillere yön tayin etmede emsal teşkil edeceği düşüncesiyle Kursta okumayı kabul eder.
Kısa zamanda hocalarının sevgisini ve arkadaşlarının sempatisini kazanan Ali Can Kur’an kursunda parmakla gösterilecek örnek talebelerden olmuştur. Yaklaşık 150 talebenin okumakta olduğu Kur’an kursunda yurdun çeşitli bölgelerinden talebeler mevcuttur.
Kur’an kursunda talebelerin iaşe ve ibateleri tamamen hayırsever halk tarafından karşılanmaktadır. Kışın erzak stoku için hocaların nezaretinde okuyan talebelerle birlikte köylerde ev ev dolaşılarak Yağ, peynir, Fasulye, Patates gibi erzakların yanı sıra ısınma ihtiyacını karşılamak için de odun toplanılarak stok edilmektedir.
Kur’an Kursunda Mehmet hoca, Ahmet Hoca, Mustafa Hoca, İsmail Hoca, Hızır Hoca ve Gafur Hoca’dan müteşekkil eğitimci kadrosu ile Kur’an eğitiminin yanı sıra Arapça eğitimi de verilmektedir. Okulların kapanmasıyla yaz tatillerinde 400-500 civarında talebenin toplandığı Kur’an kursunda eğitim tam gaz devam etmektedir.
Kur’an kursunda okuyan talebelerin okumaları esnasında çıkarmış oldukları uğultu adeta bir arı kovanına yaklaştıkça arıların çıkarmış oldukları uğultunun on misli katında olup sokağın başından duyulmaya başlar ve duyanların ru’yeti hallerine göre değişik hisler uyandırırdı.
Kur’an kursunda okuyan talebelerden sesleri Kur ’anı Kerim’e yatkın olup çeşitli makamlarda Kuran okuyan ve çıkarmış olduğu namelerle dinleyenlere huzur ve ferahlık veren talebeler vardı. Uşşak makamı, Sabah makamı, Nihavent makamı, Hüseyni makamı, segah makamı gibi birçok makamda aşrı şerifler okuyan talebeler vardı. Köylerdeki Camilerde mevlidi şerifler okutanlar Kurstan güzel sesli talebeler talep ederlerdi. Bu talebeler Hocaların nezaretinde, hocaların yetersiz kaldığı zamanlarda hafızlığını ikmal etmiş Arapça eğitimi alan büyük abiler tarafından nezaret edilerek köylere giderlerdi. Mevlit okutan veya hatim okutan kişiler Kursun iaşe ve ibatesine katkı sunmak amacıyla Kursa maddi katkılar sunar ayrıyeten de okuyan talebelerin cebine harçlık sokarlardı. Ceplere konulan bu harçlıklar talebelerin moral ve motivasyonunda olumlu yönde etki eder, daha sonra gittiği yerde daha güzel icralar yaparlardı.
Kur’an kursları arası veya iller arası tertip edilen ”En Güzel Kur’an Okuma” yarışmalarında Kursun en güzel Kur’an okuyan talebesi gönderilirdi. Artvin, Rize, Trabzon, Giresun ve Ordu illerinin katılımları ile Trabzon ilinde tertip edilen en güzel Kur’an okuma yarışmasına İkizdere Kur’an Kursundan Alican’ın en yakın ve en samimi olduğu arkadaşı Emrullah AYDIN katılmıştı. “Hakke” süresinden (Elhakketu, Melhakketu vema edrakemel hakke) diye başlayan ayetlerden bir bölümünü Abdussamet gibi okuyarak birinci olmuş ve bir tam altın kazanmıştı.
Cenazelerde hatım okutmak için talebeler alınır, yapılacak olan “devir ve iskat”’ bu talebelerle yapılırdı. Kur’an kursu talebeleri genellikle fakir aile çocuklarından oluşmaktadır. Zeki ve çalışkan, azımlı ve gayretli çocukların yanı sıra haşere ve yaramaz çocuklarda vardı.
Sabah namazının kılınması ile birlikte başlayan eğitim yatsı namazına kadar devam ederdi. Ara tatiller bir öğlen yemeği ile birlikte öğle tatili, birde namaz vakitlerinde yapılan aralar haricince okullarda olduğu gibi teneffüs yoktu. Yaklaşık 30-40 kişilik olan dershanelerde Arapça okuyan ve hafızlık yapan sınıflarda ilkokullarda olduğu gibi sıralar vardı. Diğer sınıflardaki çocuklar ise halı üzerinde diz çökerek önlerindeki rahlelerde ders yaparlardı. Her talebe her gün mutlaka bir ders vermek zorundaydı. Dersini veremeyenler dayak faslından geçirilirdi. Dayak fasıllarının çeşitli yöntemleri vardı. O anki hocanın rü’yeti hal ’iyesine göre değişiklik gösterirdi. Kulaklardan veya saçlardan asılmak, Faullardan yukarı doğru çekmek, Dudaklardan çekmek, kalemle veya değnekle gözlerin üst kısımlarından tutarak çekmek, fındık veya komar çubuğu ile ellere veya ayakaltlarına vurmak veya falakaya yatırmak.
Falakaya yatırma işlemi devletçe kadıların hükmettiği mahkûmlara uygulanan bir yöntem olsa da Kur’an kurslarında bu yöntem çokça kullanılmaktaydı. Falakanın birçok çeşidi olmakla beraber kalınca uzun bir sopaya bağlanan ayaklar güçlü kuvvetli çocuklar tarafından yukarı doğru tutularak hocanın rahatça vuruşuna imkân sağlayan yöntemle yapılırdı. İki çocuk tarafından bağlanmadan sıkıca yukarıya doğru tutulan ayaklara vuruş yöntemi ise en çok kullanılan yöntemlerdendi.
Her talebe her vakit namazda bulunmak zorundadır. Mazeretsiz olarak namazda yapılan yoklamada bulunmayan talebeler dayak fasıllarından birisi ile cezalandırılırdı. Sabah, öğlen ve akşam olmak üzere üç öğün yemek verilirdi. Yemekler isteğe göre değil erzağa göre ayarlanırdı. Kuru fasulye, nohut, bulgur veya pirinç pilavı en çok yapılan yemeklerdendi. Sabah kahvaltısında çorba veya çay kahvaltısı olurdu. Kahvaltılarda zeytin sayı ile (3-5 tane), helva ara sıra, kurtlu peynir veya minci ise her zaman olurdu. İçine doğru kıvrılıp tabaktan dışa doğru zıplayan kurtlar kaşık yardımıyla temizlenir diğer kısımlar yenirdi.
Çelik maşrabalarda verilen çaylar içerken ellerin ve ağızların yanmasına vesile olurdu. Çay kocaman tencerelerde veya kazanlarda kaynatılan suyun içerisine bezden keselere konulan çaylar tencere veya kazanların içerisine bir ip yardımıyla sarkıtılarak çayın suya denimi vermesi ile içerisine ölçülü vaziyette ilave edilen şekerin kepçe yordamı ile iyice karıştırılarak çaydanlıklara doldurulmasıyla oluşmaktaydı. Çayın şekerli veya şekersiz, koyu veya açık olması aşçının insafına kalmış bir durumdu.
Uzun yıllar Köyümüzden Demiralı amcanın aşçılık yaptığı kursta, Hasan usta, Hızır usta, Ahmet usta, Kadır usta, Talip usta gibi ustalar aşçı veya aşçı yamağı olarak görev yapmıştır. Bunların haricinde hiç unutulmayan, mutlaka her öğrencide maddi veya manevi bir dokunuş bırakan Burhan abi vardı.
Burhan abı çok enteresan bir adamdı. Hayatını öğrencilere vakfetmiş, hayırsever birisiydi. Burhan abı yaz kış kısa kolla gezen birisiydi. Havalar ne kadar soğuk olursa olsun kısa kollu gömleği üzerinden eksik olmazdı. Kur’an kursunda çalışmadığı zamanlar Sokakta bulunan lokantalarda garsonluk yapar kazanmış olduğu parayı yine öğrencilere harcardı. Burhan abı herkes tarafından sevilir ve sayılırdı. Bir talebenin bir eksiğini gidermek için kime gitse eli boş gelmezdi. Köylerden erzak toplama işleminde görev alan kafilede Burhan abi de olurdu. Hele Kurban bayramlarında deri toplamak için kapı kapı dolaşırdı. Talebeleri sever gizli gizli çaktırmadan ceplerine harçlık sokardı.
Kadır dayı yemekhaneye yardımcı olmanın yanı sıra geceleri yatakhanelerde nöbet tutardı. Kışın sabaha kadar yanmakta olan sobaların sönmemesini sağlar, uykusunda yorganı açılan çocukları örter, altını ıslatan çocukları gece belli vakitlerde tuvalete kaldırırdı. Yatakhanenin temizliğini yapar, tertip ve düzenini sağlardı.
Yemekhane görevlilerinden olan Talip dayı ise Kadır dayı ile aynı görevleri yaparlardı. İkisi çok iyi arkadaşlardı, çok iyi geçinirlerdi. Talip dayı da çok iyi bir insandı, talebeleri çok sever, çok iyilik yapardı. Talip dayı biraz şaşı olduğundan bir toplulukta konuşurken kime hitaben konuştuğu pek belli olmazdı. Zaman zaman kendisine, kime söylüyorsun diye söylerlerdi. Kadır dayı çayına çok şeker koyar Talip dayı kendisini sürekli uyarırdı. Sağlığına zarar vereceğini, şeker komasına gireceğini, şeker hastası olacağını söylerdi. Yemekhanede çelik maşrabaların yanı sıra cam bardaklarda vardı. Bu cam bardakların orta kısımlarında kırmızı veya siyah çizgiler olurdu. Kadır dayı Talip dayının şeker ikazlarına karşı; bak bu bardaklara çizgi koymuşlar, neden koymuşlar, demek ki buraya kadar şeker dolacak derdi.
Bir gün sabah kahvaltısında Kadır dayı ile Talip dayı şeker münakaşası yaparken İsmail hoca içeri girdi. Selam verip afiyet olsun temennisinde bulunduktan sonra, dışardan sesleri duymuş olacak ki Talip dayıya hitaben kadır dayı ile aran nasıl diye sordu. Talip dayı kadır dayıya bakarak; kadır ile benim aram çok iyi, ben Kadır’i çok seviyorum dedi. Kadır dayı söze karışarak; seviyorsun seviyorsun da, yan bakıyorsun bana deyince başta İsmail hoca olmak üzere hep birlikte gülmeye başladılar. Talip dayı hiç gücenmez, darılmazdı. Talip dayı iyi kalpli birisi olduğundan herkesle iyi geçinirdi. Kimsenin kalbini kırmazdı. Yapılan şakalara aldırmaz, gülüp geçerdi.
.....