Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 34,2018 | 34,2634 | |
EURO | 37,2908 | 37,3580 | |
KÖYÜMDEN MANZARALAR
Doğa turizmi açısından bir turizm cenneti olan yeşil Rize’min yeşil ilçelerinden birisi olan yeşil İkizdere’nin köylerinden ılıca köyünün tüm güzelliklerini geçmişten geleceğe taşırken hiçbir ayrıntıyı atlamak istemiyorum. Bu nedenle elden gelen azami gayretle siz değerli okurlarımdan gelecek olan bilgiler eşliğinde “bi iznillah” yolumuza ve yolculuğumuza devam edeceğiz.
Kur’an-ı Kerimde yüce Mevla’mız; iman edip salih ameller işleyenler için vaad etmiş olduğu cenneti bizlere şöyle beyan ediyor: “Altından ırmaklar akan cennetler ( o iman edip salih amel işleyen kullarım) orada ebedi olarak kalacaklardır.” Teşbihte hata olmaz inşallah, yöremize gelen Arap turistler bizler için; “ işte siz dünyada iken cennette yaşıyorsunuz” diye söylüyorlar.
Eskiden yaşanmış olan hayat ile günümüz çağında halen yaşamakta olduğumuz hayatın bir mukayesesini ve bir muhasebesini yaparak, havasıyla suyuyla, dağı ile taşı ile börtü, böcek, çimen çiçek, canlı cansız her ne varsa, üzerimize almış olduğumuz, emanetçiliğini ve bekçiliğini yapmakta olduğumuz bu cennet vatanı gelecek olan sahiplerine teslim etmek üzere neler yaptık? daha neler yapmamız gerekiyor diye düşünüp taşınmamızı ve bu minval üzere hareket edilmesi gerektiğini düşünenlerdenim.
İkizdere’miz adını almış olduğu derelerine şu şekilde kavuşmaktadır: Bir kolu ovit dağlarından gelerek, köhçer sivrikaya, şamdanlardan ve çamlıktan geçerek velkü (Dereköy) oteller mevkiinde bulunan sağlık ocağının alt tarafındaki köprünün altında, diğer kolu olan ve Anze Balliköy, çiçekliden geçerek kamanın dibinden gelen suyun buluşmasıyla, otellerden, Dereköy ilkokulunun önünden, hanımının ölümü nedeniyle İkinci evliliğini köyümüzden yapmış olan Şevket amcanın bakkal dükkânının altından, saraydan, çamçavuşdan geçip, bir barajla önü kesilmiş olsa da, o baraja inat, barajın kalın duvarlarını aşarak yoluna devam edip İkizdere’ nin başında, diğer taraftan; Cimil’in dağlarından çıkıp, rastlamış olduğu küçük ırmakları önüne katarak sırasıyla cimil baş köy, orta köy, aşaki köy’den cimil şelelesiyle buluşup, tron vadisine, oradan küçük dere ile birleşerek, bulanık suya, bulanık suda buluşmuş olduğu şelalelerle ve küçük ırmaklarla Hostoval şelalesiyle selamlaşıp aveneye, oradan Hıroğun taşın ırmağından gelen suları da alarak Faso şelalesine, Apansağ, zikonun sağ derken, şu an RİDOS termal otel adi altında faaliyet gösteren mekândaki termal suları (Biraz da Kırlı )alarak, aylalarda köprünün altından geçerek kıvrılıp aşeki vane istikametine dönerek, aşeki vanenin altından ve çifteler (Gündoğdu Mah.)’in altında önüne yapılmış olan baraja kafa tutarak, yapılmış olan kalınca duvarlarını aşıp, eskiden gaz deposu olarak kullanılan, sonraları kasaplar için mezbaha’ne olan ve şimdilerde köpek barınak merkezi olan yapının altından, tarihi kemerli taş körü olan papes köprüsünün altından geçerek İkizdere’nın başında bulunan köprünün ayağında dereköy istikametinden gelip İyidere istikametine gitmekte olan su ile el ele tutuşarak, Bazen hırçın, bazen narin, bazen de nazlı nazlı; adeta İkizdere’nin duvarlarını yalayarak Ethone (Gürdere) köyünün altında, birisi eski, birisi de yeni yapılmış olan barajlara mecburi konaklama ve gerekli tetkik ve incelemelerden sora yoluna devam ederek sırasıyla; güneyce nahiyesi, çuhma, kayabaşi’ndan geçerek İyidere köprü altında görkemli bir karşılama töreninin ardından Karadeniz(Deryaya)’e dökülen derenin adıdır İKİZDERE.
İkizdere’mizin Cimil kolu üzerinden gelen derenin üzerinde, İkizdere’mize yedi kilometre uzaklıkta olan köy; bu yazımızın yazılmasına vesile olan, benim de üzerinde doğup büyüdüğüm Ilıca (Vane) köyüdür. Ilıca köyü; derin bir vadi içerisinde yer almaktadır. Doğudan Cimil Demir daği, Batıdan Mize dağını görebilen, Güneyde Homeze dağı, kuzeyden ise kafkame istaanerine yaslanmış olan köyümüz, özellikle geceleri karşısında küçücük bir mahallesi olan papayine mahallesinin ışıkları hariç sadece gökyüzü görülmektedir. Sağ tarafında bulunan Mize dağının zirvelerinde Manle ve Mize yaylalarını, dağın eteklerinde ise Mize köyünün bir kısmı görünmektedir. Bir uçtan bir uca kilometrelerce (….) uzunluğunda olan köyümüzde araba yolu olmadığı dönemlerde ulaşım oldukça zordu. Şimdilerde ise çok şükür her mahalleye araçla ulaşım sağlanmaktadır.
Çoğunluğu taş yapı olan eski yapım köy evlerinin duvarlarında çok nadir bulunan yağlı çamur kullanılmıştır. O zamanlar evlerde mutfak eşyası olarak bazı eşyalar bu yağlı çamurdan imal edilmekteydi. Küp, desti, Tespi, Peki gibi eşyalar yağlı çamurdan yapılırdı. Taş duvarı yapılırken uygun yerlerden temin edilen söz konusu bu yağlı çamur sepetlerle veya torbalarla inşaat alanına getirilirdi. Topak topak olarak getirilen bu yağlı çamur üzerine su ilave edilerek ayakla iyice çiğnenmek suretiyle ustaların istemiş olduğu harç kıvamına getirilirdi.
Engebeli ve eğimli arazı şartlarının el verdiği ölçüde uygun yerlere ev temelleri kazılırdı. Genellikle; ahır, han bağı, oturulan yer ve çatı arası olmak üzere inşa edilen evlerde “modı” diye adlandırılan ve “femele” denen ateş yanan kısımlar taş duvarla örülürdü. Bugünkü tabirle Amerikan mutfak diye tabir edilen ve muhtemelen Amerikalıların o zamanlar bizden görüp öğrendikleri mutfak ve oturma yeri bir arada olan evlerde Ambar ve bir iki oda olurdu. Bu evde yaşamak zorunda olan tüm aile “femele”nin dibinde, zemini tamamen toprak olan kısımda otururlardı. Misafirler burada ağırlanır, yemekler burada pişirilir ve burada yenirdi. Haremlik selamlık uygulanması gerekecek olan misafirler oturma yerinin bitişiğinde bulunan ve arası ahşap tahtalarla bölünmüş olan ve içerisine yerden 25-30cm yükseklikte yaklaşık 120 x 190 ebadında köşelerden duvara çakılı olarak yapılmış olan “peke”lere oturulurdu. Akşam yatmak için yataklar bu “peke”lerde serilirdi. Yun yataklar, yun yorganlar ve yun yastıklar evin içerisinde “bulme” denen yerde muhafaza edilirdi. Özellikle misafir için yapılmış olan ve temiz bir şekilde saklanan yatak ve yorgalar günlük kullanılmazdı.
Evin tüm çocukları toplu olarak bir odada, varsa “peke”ye, yoksa yere serilen yatakta karabalığın durumuna göre diplikli başlıklı şeklinde yatırılırdı. Anne baba; ya ateşliğin yanındaki “peke”de veya bitişikteki odaya yatarlardı. Tüm yiyecekler evin ambarına muhafaza edilirdi. Farelerin bol miktarda olduğu bu evlerde ambarlar kestane veya gürgen ağacından biçilmiş olan kalın tahtalarla yapılırdı. Kemirgen olan farelerin girmiş olduğu ambarlarda tespit edilen deliklere tenekeler çakılarak kapatılırdı.
Günümüzde balkon dediğimiz evin ön kısmında bulunan çıkıntıya “hayatin gerisi” denirdi. Hayatın gerisindeki sağ veya sol uç kısmında tuvaleti olan bu evlerde özel olarak yapılmış bir banyo yoktu. Banyolar ateşlik kısımda toprak zemin üzerinde veya bitişik odada peykelerin dip kısımlarında 50 x 60cm ebadında menteşeli bir kapakla üstü örtülü yerde yapılırdı. Bu yeri genellikle ebeveynler kullanırdı. Çocuklar ise ahşaptan yapılmış olan teknelerde veya satın alınmış olan naylon teknelerde yıkanırdı. Banyolarda şampuan değil; yıllarca ismine “Hacı” konulması nedeniyle aslen Yahudi ürünü olan “Hacı Şakir” sabunu kullanılırdı.
O zamanlar bu evlerde yemekler oturma yerinde femelenin dibinde yanan ateşte pişirilirdi. Tencere gibi tutacağı olmayan kaplarda yapılan yemekler ateş üzerinde konulan “sacayak” larda pişirilirdi. Sacayak Demircilerde yaptırılırdı. Genellikle yuvarlak ve kalın bir demirden ve üçayaktan oluşurdu. Kazan gibi tutacağı olan kaplarda yapılan yemekler ise ateşin üzerine yukardan aşağı doğru sarkıtılmış, yanı “ğeni”de bulunan ”feççan”a takılı Zincir’in üç kısmında özel olarak yaptırılmış olan ve her iki tarafında takacağı bulunan zincirlerle yapılardı. Demlik (Çaynık), güğüm ve kazan gibi mutfak eşyalarının kolaylıkla asılabildiği bu zincirler çok amaçlı olarak kullanılırdı. Zincirlerin ateşlik kısmına yakın bir yerde bulunan özel bir aparatla zincirler ateşin durumuna göre uzatılıp kısaltılırdı.
Femele denen taş evin durumuna göre özel olarak yaptırılırdı. Düz bir taş olan femele taşı, hem ateşi duvardan uzak tutmaya yarar, hem biriken küller altında muhafaza edilir ve hem de suyunu çekmekte olan tenceredeki yemekler, çayı katılarak demlenmeye bırakılan demlikler bu femele taşının üzerine konulurdu. Ayrıca sigara tiryakisi olanlar tütünlerini veya sigara paketlerini bu taşın üzerine koyarak gevremelerini sağlarlardı. Sürekli veya uzun müddet soğuması istenmeyen su veya yemekler bu taşın üzerine konurdu. Küllerde, lahanalara sarılı olarak veya “peki”( Pileki de denir)de pişirilen ekmekler veya pideler bu taş üzerinde arka ve ön kısımları çevrilerek kızarması sağlanırdı.
Evlerde yemekler, orta yere kurulan ahşaptan yapılı bir sofra veya bir masanın etrafında toplu olarak yenirdi. Tespi, leğen gibi büyükçe bir kabın içerisine konulan yemekler, odun kaşıklarla yenirdi (Demir kaşıklar daha sonraları çıkmıştır). Ben tahta kaşıkları çok iyi hatırlıyorum, bu kaşıklarla yemek yemişliğim vardır. Çocuklara yemek yemenin edep ve adabı öğretilir herkes önünden yerdi. Aksine hareket edenler ise büyükleri tarafından sert bir dille uyarılırdı. Mutlaka Besmele ile başlanan yemekler Hamdele ile sona ererdi. Sofra kurma ve kaldırma işlemleri hep birlikte yapılırdı. Kalkan sofradan sonra yere dökülmüş olabilecek ekmek ufakları veya yemek kırıntılarını temizlemek için çam dallarının üç kısımlarından belli bir boyutta kesilen ve üç beş tanesinin üst üste konularak elde edilen süpürge vasıtasıyla süpürülürdü.
Evlerde oturma düzeni edebe uygun olarak yapılır, konuşma üslup ve usulü de bu minval üzere yapılırdı. Büyüklere karşı kesinlikle yüksek sesle konuşulmaz ve büyüklerin sözü kesilmezdi. Büyüklerin karşısında ayaklar uzatılmaz, yan gelip yatılmazdı. Büyükler tarafından verilen emirler, amasız, fakatsız ve lakin siz mutlak surette yerine getirilirdi. Kendinden büyüğü gelince mutlaka yer verilirdi. Hava durumuna göre ateşin etrafında üçayaklı ahşap iskemlelerde oturulur, kalkınca iskemleler evin uygun bir köşesine itina ile bırakılırdı. Akşamları aydınlatma aracı olarak kullanılacak olan Çira, fener, 7 veya 14 numaralı şişeli lambalar gündüzden hazırlanırdı. Zamanla is tutmuş olan fener veya lambaların camları kül marifetiyle iyice temizlenirdi.
Aydınlatma aracı olarak kullanılan çıralar ateşliğin bitişiğinde “modi” denen duvarın uygun bir yerine duvara sokulu olarak dururdu. Fener veya şişeli lambalar evin diğer köşelerindeki uygun yerler çakılı olan çivilere asılırdı. Geceleri evin diğer bölümlerine gitmek için öncelikle fener kullanılırdı. Fener yoksa ve şişeli lamba kullanmak mecburiyeti hasıl olduysa yangın olaylarına karşı azamı dikkat edilirdi. Şişeli lambalar fenerlere oranla daha tehlikeli olduğundan bunları kullanmak zorunda olan çocuklar sıkı sıkı tembihlenirdi.
Evin cümle kapısı olan ana giriş kapı iki kapıdan oluşmaktaydı. İki kapı birbirlerine ters istikamette açılırdı. Birisine büyük kapı, diğerine ise küçük kapı denirdi. Büyük kapı Bugünkü çelik kapıların vazifesini yapardı. Kalınca tahtadan yapılmış olan bu kapılar genellikle kestane veya gürgen ağaçlarından mahir ustalar tarafından imal edilirdi. Büyük kapılar, dıştan gelebilecek olan her türlü tehdit ve tehlikelere karşı evi korurdu. Sabah ezanıyla açılan bu kapılar akşam ezanında kapanır ve muhkem bir şekilde kilitlenirdi. Kapıların kilitlemesinde anahtar veya demirci ustaları tarafından özel yapım, kapının kapanınca buluştuğu ve adına “istilar” denen yerde karşılığı olan bir çengelle kapatılırdı. Sabah ezanıyla açılan büyük kapıların yerini küçük kapılar alırdı. Küçük kapılar, büyük kapıların yarısına kadar gelirdi. Bu kapılar evin ışık almasını sağlardı. Dışardan bakanlar için ise evin şenlik olduğunu ve içeride birilerinin bulunduğunu ilan ederdi. Bu küçük kapılar, Kapanınca bir mandal yardımıyla kucaklamak zorunda kaldığı “istilar”a tutturulurdu. İçerden ve dışardan kolaylıkla açılan bu kapılar eve giriş çıkışlar hariç genellikle kapalı kalırdı. Çocuklar tarafından açık bırakılan veya her hangi nedenle açılan küçük kapılar, sanki evin mahremiyetine halel getirirmişçesine derhal kapatılır, açık bırakan çocuklar azarlanırdı.
Direkt olarak dışarıyla teması sağlayan Ana kapılar, ruh ve fiziki bakımdan evin her yönüyle durumunu yansıtması açısından oldukça önemliydi. İçten veya dıştan kapıların giriş kısımlarının temiz olması, içte veya dışta konulması mecburi olan eşya, alet veya edevatların tertip ve düzenine azami özen gösterilirdi. Nasıl ki İnsanın dış görünüşü, iç görünüşü hakkında, olumlu veya olumsuz yönden bir fikir oluşmasına yardımcı oluyorsa evlerin dış görünüşleri de bir fikir oluşturmaktaydı. Köy dışından gelen dilenciler bile hangi evden yardım alabileceklerini, hangi evde karınlarını doyurabileceklerini evlerin fiziki durumlarına göre kestirebilirlerdi.
Ev ile balkon arasındaki irtibatı sağlayan koridora “hayat”, hayattan çıkılan balkona ise “hayatın gerisi” denirdi. “Hayat” denen koridor çok amaçlı olarak kullanılırdı. Köşelerde eşya asmak, Yayık vurmak, süt çekmek, evin karabalık durumuna göre akşamları yatak sermek için kullanılırdı. Yayıklar “hayat”ta tavana çakılı olarak tutturulan demir halkalar veya ağaç takozlardan aşağıya doğru sarkıtılan iplere yerleştirilip içerlerine doldurulan kaymak veya yoğurtların, karşı beri iki kişi tarafından sert bir şekilde birbirlerine doğru savurmalarıyla vurulmuş ve içerdeki malzemenin yağı çıkarılmış olurdu. Bu şekilde elde edilen ve tamamen organik olan yağlar tuzlu veya tuzsuz olarak tüketilirdi.
Yatakların saklı bulunduğu “bulme”ler bugünkü kardolabı vazifesi görürdü. Tuvalet dâhil olmak üzere ayakkabılarla dolaşılan evlerde “bulme” denen bu bölümde ayakkabıların çıkartılmasına azamı özen gösterilirdi.
Sağ veya sol tarafında tuvalet bulunan “hayatın gerisi” çamaşır yıkamak ve asmak için kullanılırdı. Asılan çamaşırlar edep ve adaba uygun olarak asılırdı. Ön kısımlara iç çamaşırı veya çarşaf kesinlikle asılmazdı. Tuvalet kapısındaki kapıyı tutan mandal kapalı veya kilisör takılıysa tuvalet müsait demekti, aksı tuvalete birisi var olduğu anlamına geldiğinden “hayat”ın gerisine durulmaz, derhal buradan uzaklaşılırdı.
Evin en üst kısmı olan çatı aralığı yek pare, boydan boya olan evler olduğu gibi arada bölmesi olan evlerde vardı. Ateşliğin üst kısmına denk gelen yere “ğenı” veya “verni,” diğer bölüme ise “çifte” denirdi. Ğeni; aşağıda yanan ateşin dumanının “orki” vasıtasıyla dışarıya atılmasını sağlamak amacıyla ve de ğeniden ateşe doğru sarkıtılan zincir’in takılması için kol büyüklüğünde yuvarlak biçimdeki merteklerin belli aralıklarla dizili olduğu yerdi. Diğer çifte bölümünde yine aynı ebatlarda merteklerin dizilerek, kare veya dikdörtgen şeklinde etrafı 15 -20 cm yüksekliğinde tahtalarla kaplı içerisinde hasat edilen Mısır’ları koçanlarından ayırmak için Mısır dövme alanları bulunurdu. Bu bölüme yerleştirilen mısırlar bir “kopal” yardımıyla dövülerek mısır danelerinin aşağıya düşmesi sağlanırdı. Bu işlem fasulye için de yapılırdı. Sürekli olarak kullanılmayıp, zamanı geldiğinde kullanılmakta olan, Bal sağımı için tulum’lar, Çeneççiler, bal süzme sepeti, Pekmez veya pişme bal kazanı, forotiko tarağı, forotiko işleme tığ’ı, gibi malzemeler bu bölümde saklanırdı.
Evin çatısı tamamıyla “hartama ”ile kaplı olurdu. Hartama; sadece çam ağaçlarından elde edilirdi. Mahir ustalar marifetiyle ormanda araştırılıp incelenen çam ağaçlarından “hartama olur” kararı verilen çamlardan, nacak veya balta yardımıyla alınan “yongalar” yarılarak, dalsız, budaksız olan ve düzgün yarılan ağaçlar yıkılarak bir, bir buçuk metre boylarında kütük halına getirilir ve özel hartama tarağı ile bir buçuk, iki milim kalınlığında, dibi başı yek pare astar şeklinde malzeme elde edilirdi. Bu hartamalar çatının saçak kısmından başlayarak oluklara denk gelecek şekilde döşenirdi. Yan yana konulan iki hartamanın bitişik çizgilerini ortalayacak şekilde üste bir üçüncü hartama konurdu. İkinci sirada konulan hartamalar birinci sıradaki hartamalar’ın nüzerine 10-15 cm binerek bu işlen semer şeklindeki çatının her iki yakasına da uygulanırdı. Semer şeklindeki çatının tam orta kısmına “ğuvra” denir. Ğuvra’dan aşağı evin içine su akmaması için bir bölümdeki hartamalar diğer bölümün üzerine bindirilirdi. Hartamalar rüzgârdan uçmamaları için tüm hartamalar’ı kapsayacak şekilde yatay olarak yerleştirilen hartamaların üzerine sık aralıklarla taşlar konulurdu.