Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 34,6873 | 34,7498 | |
EURO | 36,4390 | 36,5046 | |
İKİ VEYSEL BİR ŞÜKÜR
Bu yazımızda; ikisi Veysel ve birisi Şükrü olmak üzere, bir evden toplam üç kişiden bahis açılacağından yazımızın başlığını bu şekilde uygun gördük. Asıl nüfus kayıtlarına göre “Şükrü” olarak kayıtlı bulunan ismin, yöresel olarak ağız farklılıkları nedeniyle “Şükrü” ismi “Şükür” olarak telaffuz edildiğinden bizde yöresel ağız farklılıklarına dikkat çekmek ve yazımıza renk katmak maksadıyla “Şükrü” ismini “Şükür” olarak yazacağız. Okuyucularımızın ferasetine ve sağduyusuna sığınıyoruz.
Yazımızda konu edilen Şükür köyümüzde yirmi yaş üzeri herkes tarafından tanınan ve bilinen meşhur “PIRYAN”ın Şükür’dür. Pıryan’ın Şükür; ilica köyü Büyük Cami Mahallesinden, Milli gururumuz ve Çanakkale kahramanımız, medarı iftiharımız, merhum Gazı Veysel dedenin oğlu, Halen hayatta olan ve renkli kişiliği ile herkes tarafından tanınan ve bilinen Veysel abimizin da babasıdır.
Şükür amca; Arıcılıkla ve Eşşeği ile meşhurdur. Şükür amcamız, toplumda saygın bir yeri bulunan, sevilip sayılan, çok mukallit (taklitçi ve güldürücü) bir şahsiyetti. Yöremizde kronikleşen Müzmin bir hastalık nedeniyle kaybettiğimiz Şükür amcamıza Mevla’dan Rahmet, mağfiret diliyorum. Mevla’m taksiratını af eylesin, makamını Cennet eylesin.
Yaşamış olduğu zamanın el verdiği imkânlar ölçüsünde arıcılık üzerinde mahir bir şahsiyet olan Şükür amca; halatla taşlara ve ağaçlara tırmanma konusunda yöremizde “teyin” olarak adlandırılan adeta “sincap” gibi çevik ve usta birisidir. Arıcılıkta kullanılan “Kazıtacak”,(kurun temizleyicisi) “Çeneççi” (Bal küreği) ve “Tulum”u (Koyun veya Keçi derilerinden elde edilen ve Bal taşımaya yarayan kap) ile meşhurdur.
Köyümüzde Elektriğin ve Araba yolunun olmadığı dönemlerde tarım ve çiftçilikle uğraşan Şükrü amcamız, yük taşımakta kendisine yardımcı olan Eşşeği ve bu Eşşeğin sesiyle de ünlenmiştir. Ahırda, dışarda, yerken veya yük taşırken sürekli olarak anıran Eşşeği için kendisine;
-Yahu; senin bu Eşşeğe ne oluyor, sürekli borazan gibi ötüyor, sen bu hayvana yemek vermiyor musun? Diyenlere,
-Şükür amcamız: Ne bileyim, yese de bağırıyor, yemese de bağırıyor. Nankör hayvan işte, ne yapayım diye cevap verirdi.
Şükür amcamız kendisine has tarz ve üslubuyla bulunmuş olduğu toplumu neşelendirir, adeta gülme krizine sokardı. Gür sesli birisiydi. Bir yerde konuşuyorsa uzaklardan sesi duyulur ve tanınırdı. Güler yüzlüydü, zayıf ve uzun boylu birisiydi. Aşırı derecede sigara kullanırdı. Zamanın meşhur sigarlarından olan Birinci, Bafra gibi filtresiz sigara kullanırdı. Sağ elinin işaret parmağı ile orta parmağının arası ve dudakları sigara dumanından simsiyah dururdu. Kendisine “ Sigarayı içmiyor, adeta yiyor” tabiri kullanılırdı. Gaz yağı ile doldurulan, fitil ve çakmak taşı ile çalışan, Muhtar çakmağı diye adlandırılan bir çakmağı vardı. Şükür amcamız sigaradan sigarayı yaktığı için bu muhtar çakmağını pek fazla kullanmazdı.
Şükür amcamız; zamanın imkânların el verdiği ölçüde giyim ve kuşamına da özen gösterirdi. Başında kasketi, sırtında ceketi ve ceketin içerisinde yeleği, suvarı’lı (Her iki diz kapağından yamalı) pantolonu, köstekli saati meşhurdu.
Şükür amcamız; yukarda isimleri geçen Veysellerden birisinin oğlu, birisinin babasıdır.
Şükür amcamızın Babası olan Gazi Veysel dedemiz; uzun yıllar askerlik yapmış, Çanakkale savaşında gazı olmuş ve halen İstanbul ilinde anıtı ile meşhur olan Taksim anıtında Mutafa Kemal ATATÜRK ‘un hemen arka kısmında bulunan ve tıpa tıp Şükür amcamıza, benzeyen birisidir. Taksime gidip meşhür anıtı incelemek istiyenler için tarif etmek isterim ki;. Gazi Veysel dedemiz tipki oğlu Şükür amcamız gibi elmacık kemikleri çıkık, yanakları içe doğu çökük, zayıf ve uzun boylu birisiydi. Köyümüzün ve yöremizin medarı iftiharı olan merhum Gazı Veysel Dedemizi saygıyla ve rahmetle anıyuruz.
Gazi Veysel Dedemizi bulunduğu mertebeye ulaştıran konu savaşta göstermiş olduğu üstün meziyet ve başarılarıdır. Bu toprakların ebediyen Türk yurdu olarak kalmasının en büyük etkenlerinden birisi olan Çanakkale savaşları diye adlandırılan ve bugün halen savaşın cereyan ettiği yerlerin müze olarak koruma altında bulunduğu Çanakkale boğazının her iki yakasında bulunan, Gelibolu, Eceabat Lâpseki başta olmak üzere tüm Çanakkale boğazına yayılmış olarak Başta (k….) Amerika olmak üzere İngiltere, Fransa, İtalya, Anzaklar (Avusturya, Yenizellanda) gibi adeta yedi düvelle çarpışan Osmanlı İmparatorluğunun ve kahraman ordusunun Destan yazdığı bir savaştır.
Çanakkale savaşları, her Türk gencinin bilmesi gereken, her Anne ve Babanın çocuklarına mutlaka anlatması ve öğretmesi gereken, “BU VATAN KİMİN?“ sorusunun cevap bulduğu bir savaştır. Herkesin mutlaka ve mutlaka gidip, bir rehber eşliğinde görmesi gereken ve ders alınması gereken bir yerdir. Çanakkale ile özdeşleşen: “DUR YOLCU” yazısı 29 Ekim 1960 tarihinde Çanakkaleli bir Asteğmen tarafından Değirmen Burnu mevkiinde yazılı bulunan : “DUR YOLCU! BİLMEDEN GELİP BASTIĞIN BU TOPRAKLAR BİR DEVRİN BATTIĞI YERDIR” diye yazılan bu yazı, içerisinde Çanakkale savaşlarının özünü ve yaklaşık ikiyüzelliüç bin şehidin ruhunu barındıran çok anlamlı bir yazıdır.
Münferit olarak birkaç kez gidip gezdiğim ancak 01.06.2024 tarihinde Yusuf AKGÜL ve Bilal AKGÜL isimlerindeki torunlarımın okumakta oldukları İstanbul Bahçelievler KOZA ilköğretim okulunun tertiplemiş olduğu, Bahçelievler Belediye Başkanlığının sponsorluğunda ki gezi programına büyük bir iştiyakla seve seve katıldım. Ziyaretlerimin her seferinde yaşamış olduğum heyecanı yine yaşamış oldum. Bu toprakları bizlere ebedi yurt yapan Dedelerimin savaş esnasında namazlarını ifa etmek amacıyla çevirmiş oldukları ve içerisinde mihrabı bulunan yerlerde vakit namazlarımı eda ederek Başta Gazi Veysel Dedem olmak üzere savaşa katılan tüm şehit ve gazilerimize dua ettim. Başta Filistin olmak üzere Dünyanın dört bir yanında şiddete maruz kalan tüm Müslüman kardeşlerime dua ettim. Mevla’m kabul olunan dualar zümresine ilhak eylesin.
01.06.2024 Tarihinde Gerçekleştirilmiş olan Çanakkale türünü tertip eden Koza ilköğretim okulu Müdürüne, torunumun sınıf öğretmeni Sayın Bülent SARI hocama, Sponsor olan Bahçelievler Belediye Başkanı Sayın Hakan BAHADIR beyefendiye ve ekibine, davetleriyle beni onurlandıran torunum Yusuf Akgül’ e ve emeği geçen herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum. “Tur” da rehberlik eden Rize Güneysulu hemşerim Deniz Astsubay emeklisi Sayın Mehmet Derya beyefendiye anlatımlarından dolayı teşekkür ediyorum.
Çanakkale gezi rehberimiz Mehmet Derya beye; O zamanlar müttefikimiz olan Alman komutanlardan ve Gazi Veysel Dedemizden bahsettim. Veysel Dedemizle ilgili bilgisi olmadığını beyan ederek Alman komutanlarla ilgili çok ilginç bir şey anlattı. Bu olay Veysel Dedemizle ilgili ilerde anlatacağım olaya ışık tutmaktadır.
Rehberimiz, Çanakkale’de bulunan her nokta ile ilgili çok açıklayıcı bilgiler verdi. Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerinin İstanbul’un Fethinden sora 1462 yılında yaptırmış olduğu kalelerle ilgili bilgiler verdi. Kanuni Sultan Süleyman Han Hazretleri tarafından yaptırılan ve bugün “Jammer” diye adlandırılan, haberleşmeyi sağlayan aletlerde sinyal bozucu aletlerin bulunduğu yerlerle ilgili bilgiler verdi. Seyit onbaşının 276 kiloluk top mermisini mekanizmaya yerleştirdiği yere kadar anlatmakla bitiremeyeceğim çok yerler hakkında teferruatlı bilgiler verdi.
Çanakkale savaşlarında Alman komutanlarla ilgili olarak ise; Mustafa Kemal Enver Paşa’ya ve Fevzi Çakmak’ a mektup yazarak “ Bu Alman Komutanların bizlere faydadan çok zarar verdiklerini, hem yöremizi ve hem de töremizi bilmediklerini. Elde edilen başarısızlıklar nedeniyle Askerlerimiz arasında huzursuzlukların başladığını, önlem alınmazsa daha vahim sonuçlar doğabileceğini beyan etmiş ancak Mustafa Kemal’in bu söyledikleri dikkate alınmamıştır. Aksine Mustafa Kemal bu Alman Komutanlar tarafından bulunmuş olduğu cepheden başka bir cepheye gönderilmiştir.
İşte bu Alman Komutanlar tarafından komuta edilen Bölüklerden birisinde, er statüsünde görev yapmakta olan Gazı Veysel Dedemiz, Bölüğün sürekli olarak zayiat vermesinden muzdariptir. Bölükte Askerler arasında huzursuzluk baş göstermiştir. At üzerinde Bölüğüne sürekli talimatlar yağdıran Alman komutana yapılan ikazlar fayda etmemektedir. Savaş esnasında yapılan hal ve hareketler, yapılan manevralar arazı koşullarına uygun değildir. Gözlerinin önünde silah arkadaşlarını sürekli olarak şehit veren ve Alman komutanın yanlış tertiplerine sinirlenen, Karadeniz dalgaları gibi dalgalanan Gazı Veysel Dedemiz, “Bismillahirrahmanırrahim” diyerek At üzerinde bulunan Alman komutanı bir kurşunla yere serer. Boş kalan At’a binen Veysel Dedemiz “İLERİ” arkadaşlar komutuyla bulunmuş oldukları cephede düşmanı boğazın serin sularına gark ederek bulunmuş olduğu mevkide çok büyük bir başarı elde eder.
Düşmanı mağlup eden Veysel Dede Vurmuş olduğu komutandan dolayı tedirgindir. Savaş da bir komutanı vurmak, savaşın seyrini değiştirmek her baba yiğidin harcı değildir. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün nutkunda söylemiş olduğu “MUHTAÇ OLDUĞUNUZ KUDRET DAMARLARINIZDA Kİ ASİL KANDA MEVCUTTUR” sözü işte orada Gazi Veysel Dedemizde vücut bulmuş, tecelli etmiştir. Ancak bir komutanı vuran Gazi Veysel Dede yapmış olduğu işin mahcubiyeti ve ülkenin bulunduğu vahim ortam nedeniyle kendisini ifade edene kadar göreceği eziyet ve işkenceleri göz önünde bulundurarak zaten savaşın son rahleleri olması hasebiyle belindeki beylik tabancasıyla kaçarak köyüne gelmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Mustafa Kemal ATATÜRK Gazi Veysel Dedemizi Gazilik payesi ile ödüllendirmek, belki de maaş bağlamak için defalarca Ankara’ya davet etmiş, ancak Gazi Veysel Dedemiz, o zamanlar müttefikimiz olan bir devletin koskoca bir komutanını vurduğu için bu davetlere icabet etmemiştir. Kendisinde, idam edilme veya hapse atılma endişesi vardır. Askeriye de komutanı değil vurmak, el kaldırmak bile disiplin suçudur.
Kendisiyle iftihar ettiğimiz ve gurur duyduğumuz Şükür amcamızın Babası olan Gazi Veysel Dedemiz, Bu toprakların bizler için yurt olmasında katkısı bulunan mümtaz bir şahsiyettir. Gazi Veysel Dedemize ve silah arkadaşlarına Mevla’m gani gani rahmet eylesin. Makamlarını “ali” eylesin, mekânlarını Cennet eylesin. Allah kendilerinden binlerce razı olsun. Peygamberlere komşu eylesin.
Birde bu Şükür amcamızın oğlu Veysel abimiz var. Hali hazırda hayatta olan Veysel abimiz. Mevla’m kendilerine hayırlı uzun ömürler versin.
Veysel abimiz; kendisine has duruşu ve tarzıyla ün salmış bir abimiz. Onu yazmaya bizim kalemimiz kifayet etmez ancak kendilerinin hoş görüsüne sığınarak, benim ilginç bulduğum ve birisinin ise direk muhatabı olduğum birkaç olayından burada bahsetmek istiyorum.
Veysel abimiz; her konuda kafası müthiş çalışan ve her işten anlayan biridir. Elektrik, elektronik ustalığı, makine ustalığı yanı sıra inşaatçılık hususunda da mahir olan Veysel abi iyi bir avcıdır. Askerliğini, Dağ Komando olarak yapmış olan Veysel abi keskin nişancıdır. Attığını vuran, tuttuğunu koparan Veysel abimiz Babası Şükür amca gibi gür seslidir. Yapmış olduğu tüm işlerini kendi plan ve programları doğrultusunda yapan Veysel abimiz çevreden akil almasını sevmeyen, ağır hareket eden, isabetli kararlar alan bir abimizdir. Hayır, sever bir abi, kimsenin etlisine, sütlüsüne karışmayan bir abimiz. Yeri geldiğinde kendisiyle kavga eden, çalıştığı aletle kavga eden, yerine göre işi ile konuşan, yeri geldiğinde işine bile argo kelimeler söyleyen sınırlı bir abimiz. Dağ yansa bir bağ otu yanmaz kabilinden hiç acelesi olmayan, gayet geniş, kafaya takmayan bir abimiz. Liderlik ruhuna sahip, kendi fikirlerinin doğruluğunu savunan bir abimiz.
Kendisi ile bizzat yaşamış olduğum bir anımı arz etmek isterim. Evde kullanmış olduğumuz, sütün kaymağını ayırmaya yarayan süt makinemizin iç mekanizmasını oluşturan ve adına Makinenin kütüğü denilen ve makinenin olmazsa olmazı bir parçası vardır.
Makinenin kütüğü; bir parça üzerinde 13-14 adet küçücük tabak şeklinde iç içe geçirilmiş, delikli ve üst taraftan büyükçe bir somon vasıtasıyla sıkıştırılmış bir alettir. Bu kütük her süt çekiminden sora mütemadiyen sökülüp sıcak su ile temizlenir ve kendisine ait demir tele geçirilerek kurutulur ve bir sonraki süt çekimine hazır hale getirilir.
Bir Pazar günü rahmetli Anacığımın ineklerimizden sağmış olduğu sütü, kuzinemizde hafifçe ısıttıktan sora kaymağını almak üzere süt makinesinin haznesine doldurdu ve makineyi çevirme görevini şahsıma tevdi etti. Sütü makineye çekmek, öyle dışardan görüldüğü gibi kolay değildir. Makineyi yavaş çevirirsen kaymağı alamazsın, gereğinden fazla hızlı çevirirsen kaymak “çiçeni”ye karışır. Makinenin kütüğünün dönmesini sağlayan kolu uygun bir şekilde, orta yolu bilerek ve bularak çevirmek lazımdır. Ben, verilen bu görevin ifasını bi hakkın yerine getirerek süt çekme işlemini nihayete erdirdim.
Süt çekim işlemi biten makinenin sökülüp, yıkanması, temizlenip yağlanmasına sıra geldi. Ben makinenin kütüğünü kendisine has anahtarı ile sökemedim. Durumu rahmetli anama bildirdim. Annem de bir hayli uğraşmasına rağmen kütüğü sökemedi. Durum rahmetli Babama intikal etti. Babam da bir hayli uğraşmasına rağmen kütüğü sökemedi. Konu evde önemli bir sorun haline geldi. Ev halkı sırayla; ablam abim ve diğer kardeşlerim tarafından tek tek ele alındı uzun uğraşlar ve çeşitli denemeler neticesinde konu bir türlü çözüme kavuşturulamadı.
Rahmetli anneciğim bana; bu kütüğü anahtarı ile birlikte al Veysel abine götür, Babanın selamlarını söyle, bu kütüğü açıp sana versin dedi ve kütüğü elime tutuşturdu. Bende “el mahkûm, ayak gardiyan” kütüğü alarak aynı mahallede ikamet ettiğimiz Veysel abinin evine gittim. Sabahın erken saatleri olduğundan evin kapısında beni karşılayan Veysel abinin hanımı Hatice abla, bana neden geldiğimi sordu. Ben kendisine durumu izah ettim. Hatice abla; Veysel abin henüz kalkmadı, istersen bekle kalktığında bakar, İstersen git sonra gelirsin dedi.
Ben ise işi halletmeden eli boş olarak geri dönmek istemediğimden orada beklemeyi tercih ettim. Ben odada yanan kuzinenin arkasında Veysel abimizi beklerken Hatice abla, ahıra ineklerin yanına gitti. Zaman bir hayli geçmiş olmasına rağmen bizim Veysel abi bir türlü kalkmıyor. Bir ara Ahırdan dönen Hatice abla benim halen beklemekte olduğumu görünce, evin iç kısımlarında bulunan bir odada yatmakta olan Veysel abinin yanına giderek, Veysel abimize hitaben yüksek sesle : “ola bir kalk, havu İsmail hocanın uşağı geldi seni bekliyor, ona bir bak” dedi. Hatice abla evden almış olduğu kap kacakla yine ahıra işinin başına döndü.
Bizim Veysel abiden yine ses seda yok. Bense çaresiz bekliyorum. Derken bir zaman sora Veysel abi kalktı, benim yanımdan geçip dışarda bulunan su musluğunda elini yüzünü yıkamak için geçerken, bana hoş geldin dedi ve geçti. Elini yüzünü yıkadıktan sonra tekrar içeri geldi ve bana, hayrola konu nedir? Diye sordu. Ben kendisine Babamın selamları ile birlikte durumu izah ettim. Veysel abi kafasına koymuş olduğu plan doğrultusunda bizim kütüğe hiç bakmadan Kuzinenin borusunda tellere takılı sucuklardan birkaç tane alarak, köşede asılı ahşap sofrayı kuzinenin ön kısmına kurdu ve almış olduğu sucukları kuşbaşı şeklinde doğramaya başladı. Doğrama işi bitince yanan kuzinenin ateşlik kısmına bir bakır tava yerleştirdi. Önceden doldurulup kuzinenin üzerine konulmuş ve kaynamakta olan güğümden tavanın içerisine bir miktar su döktü. Ambardan getirmiş olduğu mısır ekmeğini tavaya doğramaya başladı. Ekmek doğrama işi bitince sucukları tavaya boca etti ve bir hayli karıştırdı. Daha sonra yine ambardan getirmiş olduğu bir kaşık tereyağı tavaya koyarak, yağ eriyene kadar karıştırdı. Adına “Etmaşı” denen bu yemeği yaparken bile Veysel abi hiç acele etmiyor, gayet rahat bir şekilde işini yapıyordu.
Yemeği sofranın ortasına yerleştiren Veysel abi, yine ambardan almış olduğu bir tas yoğurdu sofranın üzerine, tavanın yanına yerleştirerek gayet sakin bir şekilde yemeğini kaşıklamaya başladı. Aramızda hiçbir konuşma geçmeden, ben sakın sakın otururken, Veysel abi de sakın sakın yemeğini bitirdi. Tası ve kaşığı tavanın içerisine yerleştirip kuzinenin altına sokan Veysel abi sofrasını yine aldığı yere, köşeye astı.
Nihayet elimdeki süt makinesi kütüğüne ve anahtarına bir göz atan Veysel abi içeri giderek, elinde bir keser ve iki çivi ile geri döndü. Çivileri “Peke”nın üzerine çakan Veysel abi önce kütüğün anahtarını çivilerin arasına yerleştirdi. Anahtarın çıkıntılarını kütüğün girintilerine yerleştiren Veysel abi hiç zorlanmadan bir çırpıda kütüğü sökerek, bana “al” diye seslendi.
Ben hayretler içerisinde bütün bu olanları izlerken, beklediğim zamana mı yanayım, evde yiyeceğim zılgıt’ a mı yanayım bilemedim. Koşar adım eve doğru yürürken hem gülüyor, hem üzülüyorum. Bu kadar basit bir yöntemi biz neden akıl edemedik diye hayıflanıyorum. Eve gelince de Rahmetli Babam; bu kadar zaman neredesin diye bana kızıyor. Beni yollarda bulmuş olduğum akranlarımla veya arkadaşlarımla oynuyor zannediyormuş. Ben rahmetli Babama durumu tek tek izah ettim. Veysel abinin yapmış olduğu işi bizzat pratik olarak gösterdim.
İyi bir avcı olduğunu söylediğim Veysel abimiz; Faso deresinde Peteklerini yiyen Ayıyı kendi kendisine vurdurarak Ayının intihar etmesini sağlamıştır. Dedik ya “ Her hususta Veysel usta” diye işte öyle. Çift poze diye adlandırılan av tüfeğini, balık tutmakta kullanılan misina ile Ayının petekleri yediği ağacın altına, Ayının geliş istikametine göre “bubi” tuzağı ile dizayn eder. Ertesi akşam yarım bıraktığı ışı tamamlamaya gelen Ayı temas etmek zorunda olduğu misina tellerine çarpmasıyla tüfeğin tetiği çekilerek ateş alan tüfekteki iki adet mermi ile Ayı vurulmuştur. Ertesi gün “bubi” tuzağını kontrole giden Veysel abi Ayının ölüsüyle karşılaşınca, Ayıya hitaben;
Sen, he! Yersin Veysel’in peteğini he. Gördün mü Veysel ne yapar ……. Argo kelimelerle Ayıyı tekmeler.
Söz avcılıktan açılmışken, yine Veysel abinin çok güzel ve akıllı bir av köpeği vardı ve köpeğine çok güzel bakardı ve onu çok severdi. Tek bir Kurd’un baş edemeyeceği bu av köpeğini belli ki birden çok Kurt köyümüz aylalar mevkiine kadar götürmüş ve orda parçalayarak öldürmüştür. Durumu öğrenen Veysel abi köpeğinin parçalarını bir araya getirerek, aylalar mevkiine akşamdan pusuya yatar. Gecenin geç saatlerinde köpekten kalan parçaları yemek üzere leş’e doğru gelmekte olan iki adet kurttan birisini orada nallar ve kaçan diğer Kurd’un arkasından bağırarak: Merak etme, sende fazla yaşamayacaksın senin de …….. (argo) senide geberteceğim. Ölen Kurd’un yanına giderek ona da sen kimin köpeğini parçaladın, sen benim kim olduğumu bilir misin? Gibi söylenir.
İki Kez “Hınzır” avcılığı kafilesine katıldığım Veysel abi ikisinde de iki adet “Hınzır’ı” etkisiz hale getirmiştir.
Veysel abimiz, en büyük kız evladı olan Fatma’sını, bir iş nedeniyle aynı mahallede bulunan bir kayaya patlatılan bir “lağım” nedeniyle maalesef kaybeder. kayadan kopan bir taş parçasının bahçede çalışan Fatma’nın başına isabet ederek ağır yaralanmasına vesile olur. Rize Devlet Hastanesinde yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alınan Fatma birkaç gün sonra yaşam mücadelesini kaybeder.
Veysel abinin kızı Fatma’nın Hasta haneye sevki esnasında bizzat görev alarak, Büyük Camiden tedarik ettiğimiz sedye ile “Felibaşın ırmağı” denen yere kadar taşıdık. Burada köye yolcu getiren bir minibüse durumu izah ederek, o minibüs ile önce İkizdere sağlık ocağına daha sonra Ambulansla Rize Devlet hastanesine nakledilmiştir.
Hazın bir olay neticesinde biricik ve tek olan kızını kaybeden Veysel abimiz şu türküyü kaleme almıştır.
Karşıya kayalara (2), ne gezersin onlara
Yar Fadime’m ne gezersin onlara
Kızardı Yanakların (2), Bal mı surdun onlara
Yar Fadime’m Bal mı surdun onlara
Karşıya ne durursun (2), gelsene berilere
Yar Fadime’m, gelsene berilere
Alır kaçarım seni (2), derin difterilere.
Yar Fadime’m derin difterilere
Karşı beri halalarım (2), işmar eyle anlarım
Yar Fadime’m işmar eyle anlarım.
Oy senin işmarlarına (2), kurban olsun canlarım.
Yar Fadime’m kurban olsun canlarım.
Başta Gazi Veysel dedemiz olmak üzere, Vatan, Millet, Din ve Mukaddesat uğruna şehit olan tüm şehitlerimiz ve gazilerimize ve bütün geçmişlerimize Mevla’m gani gani rahmet eylesin.
Veysel abimiz ve diğer tüm büyüklerimiz başta olmak üzere siz değerli okurlarıma Mevla’m hayırlı uzun ömürler ihsan eylesin. Kalın sağlıcakla.