Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 40,8120 | 40,8855 | |
EURO | 47,6745 | 47,7604 | |
......
Eşyalarını çarşıda Manifaturacı Şevket amcanın dükkânına yerleştiren Abdullah cebindeki haftalık Kurs harçlığı ile kendisine helva ekmek alarak değirmen derede bulunan değirmenlerin en yukardakine yerleşir. Eve gitmeye cesareti yok, Kursa da dönemeyeceğine göre en kötü plan plansızlıktan iyidir. Akşamı burada geçiren Abdullah geceleyin su sesine karışan Çakal sesleri, çakal seslerine karşılık veren köpek sesleri arasında aklına gelen bütün duaları okuyup, bin bir türlü hülyalarla Sabah’ı etmeye çalışır.
Zifiri bir karanlıkta, zaman geçmek bilmez, saatler durmuş adeta. Sınmış olduğu değirmenin bucağında uyuyup uyanınca, Kuran kursunda okumak için söz verip babasının kendisine almış olduğu Nacar marka kol saatine bakar, ancak on dakika veya on beş dakikanın geçmiş olduğunu görünce ağlamamak için dişlerini sıkarak, Allah’ım sabah ne zaman olacak? Geceler bu kadar uzun mu? Kursta iken, yatsı namazından sonra yatıp, sabah namazı için Talip dayının veya Kadir dayının “NAMAAAZ” diye bağırdıklarını hatırlayarak, zaman ne kadar da çabuk geçiyordu. Sanki yatalı bir saat bile olmamış gibi geliyordu ve içinden hep Allah’ım bu Talip dayı ile Kadir dayı bir uykuya kalsalar, bir duymasalar da bizi kaldırmasalar diye dediğini hatırlıyordu.
Abdullah’ın Kursa başlamış olmasına en çok Molla olan dedesi sevinmiş ve Abdullah’ı bir başka sevmişti. Torunum hafız olacak inşallah, Hoca olacak diyordu. Zayıf hadis de olsa bir hafızın yetmiş kişiye şefaat hakkı olduğunu kitaplardan okumuş olduğundan Abdullah’ın babasına bazen şöyle sorardı;
Bütün torunlarım bir yana, Abdullah bir yana, sen hangisini alırdın? Toplum içerisinde sorulan bu soruya Abdullah’ın babası utana sıkıla; baba bu soruyu bana değil de diğerlerine sorsan. Ben elbette Abdullah’ı alırdım diye cevap verince, Dede; onlarda bunu alsın, onlarda bunu alsın diyerek cevap verirdi. Hafız olacağını ümit ettiği Abdullah’ını çok seviyordu.
Bunlardan haberi olan Abdullah Annesini üzeceğinden, dedesinin gözünden düşeceğinden dolayı çok mahcup olmasına rağmen Kursta kendisinin ve arkadaşlarının yemiş olduğu dayakları hatırlayınca da inadından vaz geçmek istemiyordu. Belki başka bir Kursta olur ama bu Kursa asla dönmeyi düşünmüyordu. Dayısının oğlu Süleyman’ın Zavendikli Mustafa Efendi’nin Kur’an kursunda okuduğunu biliyordu.
Değirmende zar zor sabahı eden Abdullah saha kadar yapmış olduğu planları A-planı, B-planı, C-Planı olarak sıralayarak uygulamaya geçiriyor. Öncelikle bugün Avenede bulunan “Maran” larına giderek oraya yerleşecek. Zaten bir amcası sürekli olarak hayvancılıkla iştigal etmesi hasebiyle çoğunlukla Avene de duruyor. Amcasının çocukları da orda, onlarla birlikte vakit geçirecektı.
Yanında bulunan birkaç parça eşyası ise kalem defter ve kitabini çantasına güzelce yerleştiren Abdullah Avene’ye gitmek üzere Değirmenden ayrıldı. Abduun mahallesi camisinin yanından geçerken bir müddet duraklayarak yolun altında ve üstünde bulunan mezarlıklara üç ihlas, birer Fatiha okuyarak hediye etti. İçinden de şöyle geçirdi: “Hey gidi! İmanınız varsa ne mutlu size, Kurtuldunuz bu Dünyanın dertlerinden, tasasından, ıstıraplarından. Olsam sizin yerinize ne olurdu!” Yapmış olduğu planlar arasında hayatına son vermek de bulunan Abdullah İntiharın “kebair” günahlardan olduğunu biliyordu. Allah’ın verdiği canı Allah’tan başka kimse alamaz. İntihar eden kişi beş yüz senelik yoldan dahi hissedilebilecek olan Cennetin kokusunu dahi alamaz.
Sabah erken saatlerde yola çıkan Abdullah, iş güç için yola çıkmış olan birkaç kişiden saklanarak kurtulur, birkaç kişiye ise; Annesinin Aveneye olduğunu ve hasta olduğunu, annesini bakmaya gittiğini söyledi. Katalan’dan Perçinliğe kadar hızlı adımlarla yürüyen Abdullah Perçinlikten sonra Aveneye yaklaşmış olmanın da vermiş olduğu rahatlıkla yollarda oynaya oynaya yol almaya başladı. Cuma günü yedi adet “Kolisofra” (Kertenkele) öldürenin bir Cuma Namazı kılmış gibi sevap kazanabileceğini darb-i mesel olarak duymuştu. Günlerden de Cuma, namaza gidemedik bari sevabına nail olalım diyerek Kolisofra avlamaya başladı. Birinci parti yedi kolisofra, ikinci parti yedi kolisofra, üçüncü parti derken zaman da iyice ilerlemiş oldu. Kolisofraların Nemrudun İbrahim (as)’i yakmak için yakmış olduğu ateşe odun taşıdıkları rivayet edilir. Bu nedenle bir hayli kolisofra öldüren Abdullah doğruca Marana giderek sırt çantasını otların üzerine atarak kendisine yastık yapıp bir müddet dinlenmek üzere uykuya kaldı. Zaten değirmende uyudu sayılmazdı. Uykusuzluğuna eklenen yol yorgunluğu ile birlikte uzun bir müddet uyudu. Uyandığında öğlen ezanının çoktan geçtiğini, nerede ise ikindi olmak üzere olduğunu kolundaki Nacar marka kol saatine bakarak anladı.
Avenede yakın mesafede bulunan amcasının maranlarından çocukların oyun seslerini duyan Abdullah, bir kısmı Kukumece (saklanbaç), bir kısmı çelik değnek oynayan amca çocuklarının yanlarına gitti. Abdullah’ı karşılarında gören amca çocukları hep birlikte Abdullah’ın yanına üşüştüler. Abdullah’ın Kur’an kursunda okuduğunu bilen amca çocukları zamansız olarak gelişini anlamak için neden geldiğini sorarlar.
Çocukların bağrışlarını duyarak marandan dışarı çıkan yengesi Abdullah’ı karşısında görünce korku ve hayretle; Ola Abdullah! Senin buraya ne işin var? hayrola! Bir şey mi oldu? Yoksa sen Kurstan mı kaçtın? Diyerek sorularını ard arda sorar. Artık Abdullah’ın yalan veya kaçamak cevap verme şansı yoktur. Hem amcasının da Avenede olmadığını biliyor. Çünkü gün Cuma günü Amcası ya köyde veya kazadadır. Yengesi ise derdini anlatabileceği en güvenilir bir limandır. Hem yengesi mutlaka kendisine bir yol söyleyecektir.
Abdullah Kursta Ahmet hoca ile arasında geçenleri ve yemiş olduğu dayakları buğulu gözlerle yengesine anlatır. Kendisini dinlemekte olan diğer çocukların da hüzünlendiklerini hisseden Abdullah olayların birine bin katarak anlatmaya devam ederek kendince haklılığını ortaya koymaya çalışır. Durumu fark eden yenge Abdullah’ın aç olduğunu anlamış olacak ki çocukların yanlarından ayrılarak marana girer. Kalaysızlıktan İçi de dişi gibi kararmaya yüz tütmüş olan bakır tavayı eline alarak “Bulme” ye girdi. Sabahleyin çekmiş olduğu kaymaktan bir iki kaşık kaymağı tavaya koyduktan sonra biraz “lavuz” unu, biraz da peynir alarak ateşliğin başına geldi.
Sönmeye yüz tutmuş ateşliğe yerleştirmiş olduğu ince çalılara üfleyerek ateşin harlanmasını sağlayarak, sacayağını ateşin ortasına yerleştirdi. Tavayı sacayağının üzerine koyarak önce kaymağın iyice erimesini sağladı. Kaşık yardımıyla kaymağın tavadan taşmaması için karıştırır. Ardından yavaş yavaş lavuz ununu ilave ederek iyice kavurdu. Kavrulan unların koyu mor rengini almasıyla femelede her daim hazır bulunan “Gugum” içerisindeki sıcak sudan yeteri kadar tavanın içerisine boca etti. Harlı ateşte garip sesler çıkartan hoşmeri tava içerisinde kaşık yardımıyla dönmeye başladı. Bir müddet sonra üzerine peynirleri yerleştirilen hoşmeriyi femelenin kenarına bırakan yenge köşede asılı bulunan ve sızma işlemi tamamlanmış minci torbasından sızma yoğurttan dolu dolu iki kaşık alarak bir “sağan”a koyar, ırmaktan yeni alınmış olan soğuk su ile sular. Pileki içerisinde yeni pişmiş ve dinlenmeye bırakılan bir kısmı kara buğday unundan, çoğunluğu lavuz unundan yapılı ekmekten bir miktar kırarak ortada kurulu bulunan sofranın üzerine koyan Yenge Abdullh’a seslenerek yemek için içeri çağırır.
Açlıktan gözleri gerilmiş olan Abdullah maranın ortasında kurulu sofrayı görünce hiç itirazsız koşarak sofraya oturdu. Bir yandan yengesinin yapmış olduğu hoşmeriyi mideye indiren Abdullah, bir yandan da bu bana yeter mi ki? Biraz daha ekmek istesem mi ki? Diye düşünürken, yengesinin; ye uşuğum ye, lahana da var. Bak bir kazan lahana ettim, taze taze deyişiyle içinden derin bir ohhh çeken Abdullah, yaşa bee helal sana yenge, der gibi yengesinin gözlerine bakarak aç karnını iyice doyurdu.
Besmele ile başlamış olduğu yemeği hamdele ile bitirmek ve hem de yengesine küçük Molla olduğunu hissettirmek için küçücük ellerini semaya kaldırarak: “Elhamdülillah, Elhamdülillah, Elhamdülillahı Rebbil âlemin. Vesselatü vesselamü ala Resulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmeğin. Elhamdulillahillezi ed’amena ve sekana vecealena minel müslimin, verahmetüllahi veberekatühü ala sahibiddaame vel akılın. Allahumme ed’imna nin deamil Cenne, ve eskına mın şerabil kevser, vezevvicna bi hurın ind, ve ekrimna bi ru’yeti cemalike ya ilahel âlemin. Niğmeti celilullah, bereketi halilullah, şefaat ya Resulallah. Devam-u devlet, nasıb-u Cennet, meftalara rahmet, sofralara bereket, yapanlara sağlık sıhhat, yiyenlere afiyet. Allhummezit vela tenkus bi hürmeti seyyidil murselin velhamdulillahi rabbil aleminel Fatiha” der, Sallu selamdan sonra fatihayı okuyarak ellerini yüzlerine sürer ve ellerine sağlık Yengeciğim her şey çok güzel olmuş diyerek arkadaşlarının yanlarına gitmek üzere sofradan kalkarken Yengesinin; Abdullah dur! Biraz konuşalım. Bak ne güzel yemek duası yaptın, çok hayır göresin. Amcan seni sever bilirsin, bende ilminden dolayı seni seviyorum. Öldüğümüzde bizimde arkamızdan Fatiha okuyacak yavrularımız var diye seviniyorum. Hem deden seni ne kadar sever onu da bilirsin. Bütün çocuklar bir yana, sen bir yanasın. Bizim çocuklardan cipkir çıkmaz, sarhoş çıkmaz, berduş hiç çıkmaz. Annen hasta biliyorsun, senin üzülmene dayanamaz, yokluğuna hiç dayanamaz. Hafta sonlarını iple çekiyor, gözleri yollarda okulun oradan baş vermeni dört gözle bekliyor. Ben seni anlıyorum, okumak kolay değil, hocalar çok fazla vuruyormuş. İstersen ben amcana söyleyeyim hocalarla amcan konuşsun, hiç kimsenin haberi olmadan seni tekrar Kursa götürsün. Sana kestane toplarım, funduk toplarım, her geldiğinde koluna “çıklıt” yaparım. Ne dersin, beni dinle, gel sen yeniden Kursa dön tamam mı? Anlaştık mı?
Abdullah mahcubiyetle Yengesinin yüzüne bakarak; yenge aslında ben okumak istiyorum, hem derslerin de arkadaşlarımdan geride değil. Ama hocaların dayaklarından bıktık. Hem Kurstan kaçan sadece ben değilim. Dün bir Ordulu arkadaş kaçtı, önceki gün bir İspirli arkadaş kaçtı. En ufak bir şeyden dayak yiyoruz. Her ders verirken hocalar dudaklarımıza asılıyor “ Hüm ve, Hüm ve”, bazı hocalar kalemle veya çubukla kaşlarımızı çekiyor, bazıları saçlarımızdan, bazıları favullarımızdan çekiyor. Ağlamaktan Kur’an’ın sayfalarını göremiyoruz.
Hem birde “falaka” dayağı var, insan gâvura bile öyle işkence yapmaz. Ayaklarımızı kalın bir sopaya şeritle bağlıyorlar, güçlü kuvvetli talebelere sopayı tutturuyorlar hocalar iki elleri ile değnekleri tutarak ayaklarımızın altlarına vuruyorlar. Ayaklarımızın altları simsiyah olup şişiyor, sıralarımıza sürüne sürüne gidiyoruz. Birde sıra dayağı var, oda bir başka. Birisi bir yaramazlık yapıyor, herkes dayak yiyor. Hocalar talebe döğmek için bahane arıyor. Erken yatsan dayak, geç kalksan dayak, derse geç kalsan dayak, dersi geç versen dayak, her gün ders vermesen yine dayak.
Yenge sen amcamla konuşsan, amcamda babamla konuşsa beni Süleyman’ın okuduğu Kursa verseler, o zaman söz okurum. Süleyman’la birkaç kez görüşmüştük Kursundan ve hocalarından çok memnun. Söz veririm, her hafta izine gelmem, ayda bir gelirim. Para, mara hiçbir şey istemem. Beni sadece o Kursa getirsinler yeter. Yoksa ben bir daha bu Kursa asla gitmem. Ben bir daha Ahmet hocanın yüzünü görmek istemem. Hem götürseler de yine kaçarım. Vallahi! Yenge intiharı bile düşündüm, anla, o kadar işte.
Yengesi, Sus! Allah göstermesin, o nasıl söz intihar, mintihar. Sen akıllı bir çocuksun, düşünme böyle şeyler, sakın bir daha duymayayım. Ben amcanla konuşayım, inşallah babanı ikna eder. Dedende çok üzülecek ama belki oda anlayış gösterir. Seni istediğin Kursa verirler. Bana burada söz ver mutlaka okuyacaksın değil mi? Sonra o kurstan da kaçma.
......