Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 40,9413 | 41,0150 | |
EURO | 47,6318 | 47,7176 | |
.....
Bilgi ve birikiminin yanı sıra Cesareti ile İstanbul ilinde İnşaat alanında adından söz ettiren Ali Dayı çıraklık, ustalık, kalfalık mertebelerinden sonra Müteahhitlik mertebesine ulaşmıştı. Mehmet’ten sonra köyden gelerek İnşaatta işe başlayan birçok kişide Ali dayının yanında işe başlamıştı.
Askeriyeden üst düzey komutanların inşaat yapmak üzere kurmuş oldukları kooperatifte müteahhitlik işleri Ali dayıya teslim edilmişti. Ali dayı doğru, dürüst ve temiz iş yapması ile genişleyen işlerini yürütebilmek için daha çok elemana ihtiyacı vardı. Bu nedenle köyden gelecek olanların ilk durağı olan Beton Yılmaz’ın kahvesine sık sık uğrayarak köyden yeni gelenlerden haberdar olamaya çalışıyordu. Kahveye uğrayamadığı zamanlarda ise Beton Yılmaz’ın sayesinde gelenlerden haberi oluyordu.
Ali dayı köyden yeni gelenler arasından inşaatta çalışmak isteyenleri toplayıp şantiyeye götürüyordu. Onların yer ve yatak teminini hallediyor, gelenlerin hiç zorluk yaşamadan işe başlamalarına ve para kazanmalarına vesile oluyordu. Kazan kazan mantığı ile hem Ali dayı kazanıyor, hem gelenler kazanıyorlardı.
Ali dayının yanında işi öğrenip sonradan kendi başlarına iş alanların sayısı azımsanmayacak kadar çoktu. Amelecilikten ustalığa, ustalıktan kalfalığa terfi edenler ekip başı olarak görev yapıyordu. Öncelikle can güvenliği ön plana çıkartılarak iş disiplininden taviz verilmiyor, yapılan işler diğer alınacak olan işlere referans olarak gösteriliyordu.
İkinci Dünya savaşından sonra Dünya devletleri arasında başlayan kalkınma hamleleri neticesinde Almanya başta olmak üzere Fransa, Belçika, Hollanda gibi devletler işçi almak için adeta birbirleri ile yarışıyorlardı. Ali dayının yanında kafası çalışıp işi öğrenen ve birazcık da medeni cesareti olanlardan bu devletlere gidenler oluyordu.
Köyden yeni gelip Ali dayının yanında işe başlayanların arasında Seyfeddin ve İlyas adında iki kişi vardı. Seyfeddin ve İlyas güçlü ve kuvvetli olmalarının yanı sıra kısa zamanda işi kavramaları ile şirkette sorumluluk yüklenen kişiler olmuşlardı. Her birisi ayrı bir binayı kendilerine verilen ekipleri ile birlikte yürütüyorlardı.
Şirketin çoğunluğu Karadenizli olmakla birlikte doğu illerinden de çalışanlar vardı. Kalabalık olan yerlerde her ne kadar disiplin ön planda bulunsa da bazı disiplinsiz hareketler yapanların çıkması doğal bir hadisedir. Disiplinsiz hareketlerde bulunanlar, üstleri tarafından uyarılır, uymayanlar ise işten çıkarılırdı.
Seyfeddin’in grubunda yer alan bir grup doğulular birlik yaparak işi savsaklamaya başladılar. Seyfeddin Ali dayının baba tarafından akrabası ve hem de kalifiye bir elemanı olması nedeniyle en çok güvendiği birisi idi. Ekibinde meydana gelen disiplinsizlik konusunun Ali dayıya aksetmesi ile, Ali dayı doğulu işçileri ofise çağırarak onlarla bir toplantı yaparak uyardı.
Ali dayı; Bizim iş yerinde Doğu, Batı, Güney, Kuzey diye bir ayırım yoktur. Laz, Kürt, Abaza, Çerkez ayırımı da yoktur. Herkes helali minella’dan rızkını kazanmaya çalışır. Yapılacak olan iş ve işlemler bellidir. Kim hangi işte görevlendirildiyse o işten sorumludur. Demirci demir işinden, kalıpçı kalıp işinden sorumludur. Benim yetki ve sorumluluk verdiğim adam aynen benim gibidir, ona yapılan saygısızlık bana yapılmış gibidir. Bizim şartlarımıza uyarak bizimle çalışmak isteyen herkes bizimle çalışabilir. İsteyen herkese kapımız açıktır. Bizimle çalışmak istemeyenler de istedikleri yere gidebilirler. Kimseyi zorla çalıştıracak halımız yok. Hem bu iş Askeriyenin işidir. Siz farkında olmadan sorumlu Komutanlar sürekli denetlemeye geliyor. Burada konuşmalarınıza bile dikkat edeceksiniz. İş disiplini olmazsa olmazımızdır. Bu size ilk ve son ihtarımdır. İsteyen işinin başına dönsün, isteyen muhasebeden ilişiğini keserek gitsin.
Ali dayının yapmış olduğu bu ikaz neticesinde bir kısım işçi işi bırakmış olsa da çalışmak isteyen işçiler işlerinin başlarına dönerek işe başladılar. Uzunca bir müddet çalışmalar normal olarak devam ederken bir gün yine doğulu bir işçinin Seyfeddin’in talimatlarının aksine hareket ederek düzeni bozmaya çalışmasıyla, Seyfeddin ile doğulu işçi arasında başlayan ağız dalaşı kaba kuvvete doğru yönelerek, yumruk yumruğa kavgaya dönüştü. Haberdar edilmesi ile olay yerine gelen Ali dayıdan cesaret alan Seyfeddin eline geçirmiş olduğu bir “kalas” ile Doğulu işçinin ense köküne bir tane indirmesi ile doğulu işçi iskeleden aşağı düştü. Haylaz işçinin aşağı düşmesi nedeniyle korkuya kapılan Seyfeddin inşaattan kaçarak uzaklaştı.
Ali dayı bir yandan ortalığı yatıştırmaya çalışırken bir yandan da düşen işçinin akıbetini öğrenmek ve gerekli müdahaleyi yapmak üzere aşağı indi. Düşen işçide hayatı tehlike arz edecek önemli bir durum olmamakla beraber, sağa sola çarpma neticesinde kafa, kol ve bacaklarda darbeler meydana gelmişti. Konu Kooperatif başkanı olan Paşa’ya bildirildi. Paşa ofise gelerek Ali dayıdan gerekli bilgileri aldı ve gerekli yerlere gerekli bilgilendirmeleri yaparak olayın daha fazla büyümeden kapanmasını sağladı.
İnşaatlarda kavga gürültü pek eksik olmaz. Bazen hemşericilik yapan gruplar arasında, bazen ekipler arasında, bazen de arkadaşlar arasında bu tip kavgalar çıkardı. Zaman zaman silahla yaralama veya ölümlere kadar giden kavgalar da olurdu.
Köyleri ayrı olsa da aynı ilçeden olmalarına rağmen, işveren ve işçi arasında iş nedeniyle çıkan bir kavgada Ali dayının yeğeni olan bir işçi vurulmaktan kıl payı kurtulmuştur. İnşaat işi çok zor bir iş olmasının yanı sıra içerisinde birçok risk barındıran meşakkatli bir iştir. Zaman gelir iş olmaz, zaman gelir iş yaptırmaya adam bulunmaz. İşveren iş yaptırır ama işçiye verecek parası olmaz. İşçi işini doğru dürüst yapmaz, işini doğru düzgün yapan parasını alamaz (v.s).
İnşaatlarda sık sık iş kazaları da meydana gelirdi. Birçok iş kazası yaralamalı olarak neticelense de ölümlü iş kazaları da meydana gelirdi. Çoluk çocuğunun nafakasını temin amacıyla gurbete çıkıp, beyaz kefen ve tabutla ailesine ve köyüne dönenlerin sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. Hüseyin, Mustafa ve Nuri inşaattan düşmek suretiyle, Mehmet Ali inşaatta elektrik akımına kapılmak suretiyle genç sayılabilecek yaşlarda hayatlarını kaybetmişlerdir. Ethoneli İzam Zihni yine bir iş kazası neticesinde uzak diyarlarda, Almanya’da boya kazanına düşerek yaşamını yitirmiştir.
Ali dayı köyden gurbete gelenlere İnşaatlarında iş vermenin yanı sıra İstanbul’da yer sahibi olabilmeleri içinde ön ayak olmuştur. Birçok kışının yer almalarının yanı sıra ev yapmalarına da maddi ve manevi olarak destek vermiştir. Avrupa yakasında faaliyet gösteren şirket, kalifiye elemanlarla kaliteli işler yapınca zamanla Anadolu yakasına da iş yapmaya başlamıştır. Çoğunlukla asker kökenli General ve Paşaların kurmuş oldukları kooperatif işlerini yapmakta olan şirket başarıları sayesinde birçok büyük işlere de imza atmıştır.
Ali dayı yanında çalışmakta olan köylüleri ile bire bir sohbetlerinde, köylülerinin ailelerinden sual eder, çoluk çocuğun durumlarını sorardı. Çocuklarını mutlaka okutmaları için telkinlerde bulunurdu. Bu şekilde çocuğu okumakta olan elemanlarına ayrıca burs yardımı yapardı. Başta Kur’an kursları olmak üzere yeni yeni açılmaya başlayan İmam Hatip okullarına yardımda bulunurdu. Yüksek İslam Enstitüsü gibi yüksekokullara okuman için İstanbul iline gelen ve birkaç arkadaş ev tutmak isteyen öğrencilere gerek ev tutma konusunda, gerek yiyecek giyecek konusunda ve gerekse kırtasiye konusunda yardımlar yapardı. Köyde yardıma ihtiyacı olanlara kol kanat gerer, her yıl düzenli olarak para gönderirdi.
Gurbete çıkıp elinden tutularak veya kafasını doğru yönde kullanarak ev bark sahibi olan köylülerimizden birçokları İstanbul iline göç etmeye başlamıştır. Köyde kalan yaşlı koca-karıların evlat hasretliklerini gidermeye çalıştıkları torunları da bir bir ellerinden kayıp gitmeye başlamıştır. Bu durum dede ve nineleri derinden sarsarak büyük aile düzenini kökünden sarsmıştır.
Torun sevgisi anlatma ile anlaşılacak bir sevgi değildir. Torun sevgisi; ancak yaşayarak ve bizzat tadarak lezzeti anlaşılan bir cennet meyvesidir. Torun; parçanın parçasıdır. Yüreğini ikiye bölen can parçasıdır. Eğer bir torun dünyaya geldiyse Dedelerin, Ninelerin en büyük düğün günüdür. Torun Cennet meyvesidir. Hiçbir çiçek torun kadar güzel kokamaz. Tıbbin henüz çözemediği en kuvvetli ağrı kesici torun sevgisidir. Evlat köklü bir ağaçtır, torun ise bu ağaçta açan bir çiçektir, koklamaya doyamazsınız. Hayatta iki dönem çocuk olursun, bir çocukken birde torun ile oyun oynarken. Ne demiş atalarımız: “Evlat cevizdir, torun ise ceviz içi.”
Çocuklarını almak üzere gurbetten gelen çocuklar artık istenmeyen adam ilan edilmeye başladı. Bazı ailelerde istisna olacak şekilde tadı bozuk torunlar olsa da genel olarak torun yukarıdaki tarıfın tıpa tıp aynısıdır. Böyle bir ayrılıkta ilk torunundan ayrılmak istemeyen Fazlı dayının Çağırankaya yaylasında gözyaşı dökerek sesli bir şekilde ağlayışını bütün yayla halkı yakinen müşahede etmiştir.
Sevgi; iki kalbin birbirleri ile olan etkileşiminden meydana gelmesi hasebiyle, aynı şekilde Fazli dayının torununun da Yayladaki evlerinin kapısında, daha “katofi”nin üzerinden henüz dışarıya adımını atmak üzere iken: “Dedeee Dedeee, ben dedemi istiyorum. Ben dedemle kalacağım” nidaları semaya doğru yükselirken, evlerinde henüz daha yeni sabah kahvaltısına oturmuş veya oturmakta olan komşuların; acaba dışarda neler oluyor? Kimin çocuğunu dövüyorlar? Veya kim çocuğunu dövüyor? Diye dışarı fırlayıp olayı yakinen seyredenler “işte Dede, işte Torun”, “İşte Sevgi, işte Aşk”, “Sevgi yandan değil, candan olmalı” gibi sözlerle olayın iç yüzünü birbirleri ile mütalaa ederken oğlunu kucağına sıkıca kıstırıp yolda beklemekte olan arabaya doğru koşan Fazlı’nın oğlunu herkes nemli gözlerle seyretmiştir.
Varın yok, yokun çok olduğu o dönemlerde köyden kente göç furyası tüm köyleri etkilediği gibi köyümüzü de derinden etkilemiştir. Sayıları azda olsa büyük aile olarak, Dede nine ve torunlarla birlikte göçenler olsa da, çoğunlukta torunlar dedelerinden ve ninelerinden koparılarak ayrılmışlardır. Bu şekilde büyük aileler bölünerek çekirdek aile özentileri ön plana çıkmıştır.
Askerlikten sonra uzun bir müddet köyde kalan Yusuf, Hayvancılık ve çiftçilikle uğraşarak, zaman zaman da Değirmenci babasına yardım ederek hayatını idame ettiriyordu. Gerek kardeşlerinin evlenerek büyük aile sayısının çoğalması ve gerekse kendi çocuklarının sayılarının yıllar geçtikçe artmaları neticesinde Yusuf’ta ciddi ciddi gurbeti düşünmeye başlamıştı.
Yusuf öncelikle eşi Emine ile derin murakabe ve muhasebeler neticesinde öncelikle İstanbul iline, eğer mümkün olursa da ardından yurt dışına gitmek üzere gurbete çıkılmasına karar verirler. Konu önce sabır taşı, dert dibeği olan anneye, ardından da uygun bir lisanla babaya intikal ettirilir. Konu tüm aile bireyleri arasında enine boyuna muhakeme edilerek müspet yönde karar verilir.
İlk torunu olan Ali Can’ından ayrılmak istemeyen değirmenci dede, Ailenin iyiden iyiye büyümesi ve köyde yaşam şartlarının iyice zorlaşması, arazının kıtlığı, geleceğin pek parlak gözükmemesi sebebiyle kerhen de olsa “olur” cevabını vererek Yusuf’un gurbete çıkmasına karar verilmiştir.
İlk etapla planın birinci parçası devreye sokularak Yusuf tek başına İstanbul iline gitmek üzere gurbete çıkar. Diğer arkadaşları gibi uzun bir Gemi yolculuğundan sonra İstanbul iline varan Yusuf Ali dayının yanında işe başlar. Göstermiş olduğu üstün başarılarla kısa zamanda amelelikten kalfalığa yükselen Değirmencinin oğlu Yusuf’ta kazanmış olduğu birikimlerini yine Ali dayının yönlendirmesi ve desteği ile akıllıca kullanarak Bağcılar, tabya mevkiinden kendisine öncelikle bir arsa satın alır. Ardından almış olduğu arsanın üzerine bir gecekondu yapmaya başlar.
Yusuf köydeki Anne babası ile birlikte kardeşlerine de zaman zaman yazmış olduğu mektuplarında İstanbul’daki iş ortamından bahsederek, işlerin iyi olduğundan ve geleceğin parlak olduğundan bahseder. Kafasını kullanarak çalışan herkes için İstanbul’da yer olduğunu ve ekmek olduğunu anlatır. İstanbul’un taşının toprağının altın olduğundan bahseder.
Bir müddet çocukluk arkadaşı olan Muhammetlerin yanında İmdat abileri ile birlikte kalan Yusuf kendi evini yaptıktan sonra yavaş yavaş ev eşyaları almaya başlar ve bir zaman sonra kendi evine taşınır. Yusuf’un İstanbul’a gelişi kendisinden önce gelmiş olan diğer gurbetçiler arasında da bir motivasyon kaynağı olmuştur. Yusuf sonradan gelmiş olmasına rağmen arsa almış, ev yapmış ve ailesini de yanına almak üzere evini düzmeye başlamıştır.
Yusuf doğruluğu ve dürüstlüğü sayesinde tüm iş arkadaşları arasında örnek kişi olarak gösterilmeye başlamıştır. Ali dayının da itimat ve güvenini kazanarak işyerinde adeta genel koordinatör görevine yükseltilmiştir.
İnşaat işlerinin zorluğu ve yaşlanmanın vermiş olduğu yorgunlukla yavaş yavaş işlerden el etek çekmeye başlayan Ali dayı, gözü arkada kalmayacak şekilde işleri yürütebilecek kalifiye bir elemanı kazanmanın mutluluğu içerisinde bütün işlerini oğlu ile birlikte Yusuf’a devrederek, o yıl Hacca gider. Hac dönüşü köyde baba evinden hariç olarak kendisi için yaptırmış olduğu evinde eşi ile birlikte yaşamını devam ettirmeye başlar.
İş hayatında asla sigortasız işçi çalıştırmayan ve sayesinde emekli olmaya hak kazanan birçok köylümüz tarafından halen minnetle yâd edilen Ali Dayıyı bizlerde hayırla yâd ediyoruz.
......