Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 41,2410 | 41,3153 | |
EURO | 48,7706 | 48,8584 | |
…..
Okul Müdürü olan Ali Şen’in il dışında, başka bir okula nakletmesiyle boşalan Okul Müdürlüğüne meslek dersleri öğretmenlerinden Fevzi Karagöz getirildi. Ordulu olan Fevzi Karagöz’ün Okul müdürü olmasıyla Ordu ilinden daha çok öğrenci okula gelmeye başladı. İlçe dışından en çok öğrenci sayısı İspirliler iken, okul müdürü sayesinde çoğunluk Ordululara geçmiş oldu. Yine de il bazında Erzurumlular daha kalabalık idi.
Ali ŞEN müdürün gitmesiyle tüm okul personeli ve öğrenciler büyük bir sevinç yaşadılar. Herkes ceberut başçauştan kurtulduk diye dua ediyor, hamd ediyordu. Ancak hiç de öyle beklenildiği gibi olmadı, gelen gideni avratır tezi bir kez daha doğru çıktı. Öğretmenlikten Müdürlüğe terfi ettirilen Fevzi Karagöz’ün göreve başlamasıyla okulda değişen pek fazla bir şey olmadı. Bazı öğrencilere göre durum daha da vahim bir hal almış oldu. Fevzi Karagöz; ilçeyi ve çevreyi daha çok tanıyor olmakla birlikte hemen hemen her sınıfa derse girmiş olmasıyla da her öğrenciyi yakinen tanıyordu.
Suça meyilli, düzen bozan, sigara içen, kahve alışkanlığı olan, maç hastalığı olan birçok öğrenciyi yakinen tanıyordu. Gerek yatılı olarak okuyan ve gerekse gündüzcü olan öğrenciler arasından kendi seçmiş olduğu ajanları (ispiyoncu) vardı. Fevzi Karagöz, kimin hangi kahvehaneye takıldığını, kimin hangi marka sigara içtiğini bilirdi. Kimin ailesinin zengin olduğunu, kimin ne kadar harçlık aldığını bile üç aşağı beş yukarı bilirdi.
Okulda yapılan veli toplantılarında İkizdere’nin Gafuru, Gafur hocanın cemaate vaaz ederken söylediklerini velilere tekraren anlatır ve çocukların yetişmeleri için hep birlikte hareket edilmesi gerektiğini söylerdi. Çocuk eğitimi sadece okulda olmaz! Çocuk eğitimi ailede başlar, okulda ve çevrede devam eder. Aile, Okul ve Çevre sacayağını doğru oturtmazsak düzgün yemek yapamayız. Tadında yemek yapamazsak, sizin de bizimde ağzımızın tadı bozulur. Dolayısıyla bozuk bir toplum meydana gelir derdi.
Gafur hoca vaazlarında, çocuk yetiştirmekten bahsederken: “Çocuk yayık içerisindeki yoğurda benzer, sız o taraftan vuracaksınız, biz bu taraftan vuracağız, yağı çıkacak. (Tabi bu mecazi manada kullanılan bir cümle olduğundan herkes payına düşeni alsın, diye söylenmiştir.) Çocuk yetiştirmek öyle kolay iş değildir, derdi. Benim çocuğum kursta okuyor, benim çocuğum İmam Hatipte okuyor, her şey tamam, değil. Herkes çocuğunun takipçisi olacak. Öyle “ Benim çocuk bina okur, döner döner yine okur. “olmaz. Olursa; “Git kayığım, git da gel” olur, derdi. Çocuk mu, okul okuyor? Okul mu, çocuğu okuyor? Bileceksiniz. Aksı halde çocukların okul yollarında geçirmiş oldukları yıllar heba olmuş olur. Sizlerde boşuna para harcamış oluşunuz, derdi.
Fevzi Karagöz, çubuk yerine daha çok elle vurmayı tercih ederdi. İri yarı, güçlü ve kuvvetli bir yapısı olduğundan tokat attığı öğrencilerin çoğu yere serilirdi. Vurmanın ölçüsünü pek bilmez, vurdukça vurası gelirdi. Sağ elini hafif yumruk şekline getirip çene kısmından destekli bir şekilde vurduğu öğrenci bir müddet şuur kaybına uğrardı. Gözleri şimşek çakar, adeta gökteki yıldızları sayıyor gibi olurdu. Düşen çocukları yakasından kaldırır, vurur yine düşürürdü. Sokakta dahi, uzaktan Fevzi hocayı görenler yolunu değiştirir, saklanacak delik ararlardı.
İmam Hatip Lisesinin ilk açılmış olduğu yılda Okula kayıt yaptırmış olan İspirli Adnan Gültekin isminde bir öğrenci vardı. Adnan Gültekin hafızdı. Öğrenciler arasında Okulun en büyüklerinden, şişko ve kalıplı bir öğrenci idi. Şişkoluğundan dolayı ceketinin düğmelerini ilikleyemez iki eliyle bir araya getirmek için uğraşırdır. Bir gün ders saatinde Adnan Gültekin’in okul bahçesinde dolaştığını gören Fevzi Karagöz bağırarak; Adnan! Buraya gel dedi. Adnan Gültekin koşar adım Fevzi Karagöz’ün yanına giderken bir yandan da ceketini ilikler gibi tutuyordu. Fevzi Karagöz hiddetle! “İlikle lan önünü” diye bağırdı. Adnan Gültekin; hocam yetişmiyor, ilikleyemiyorum dedi. Fevzi Hoca; bir daha bu ceketi giymeyeceksin. Benim karşımda bu şekil durmayacaksın tamam mı dedi. Adnan Gültekin; Hocam bundan başka ceketim yok, babama söylerim yenisini alırsa onu giyerim dedi.
Okulda sigara içen öğrenci sayısı azımsanmayacak kadar çoktu. Kimi tuvaletlerde, kimi çarşıda, kimi eve gidip gelirken sigara içerdi. Fevzi Karagöz sigara içen öğrencileri çok şiddetli bir şekilde döverdi. Zaman zaman yatakhanelerde, sınıflarda bir grup öğretmenle birlikte baskın şeklinde aramalar yapardı. Sigara paketi yakalanan öğrencileri önce kendisi iyice bir döver, ardından disipline sevk ederdi. Sigarayla alakalı, kibrit, çakmak, tabaka, tek dal sigara veya izmarit yakaladığı öğrencileri feci şekilde döver, ayrıca disipline sevk etmezdi.
Fevzi Karagöz, Ajanları tarafından almış olduğu gizli bir ihbar neticesinde geceleri yatakhanelerde sigara içildiğini öğrenince, bir akşam mütalaasında sınıfa gelerek yatakhanelerde kim sigara içiyor diyerek bağırdı. Tabi hiç kimseden ses çıkmayınca tekrar bağırmaya başladı, bağırdıkça hiddetleniyor, hiddetlenince sinirler had safhaya yükseliyordu. Yine cevap alamayınca, belki önceden kendisinin bildiği ajanı (Allah’u âlem) rast gele bir öğrenciyi tahtaya kaldırdı ve şiddetle sarsarak “söyle! Kim yatakhanede sigara içiyor? Tahtaya kalkan öğrenci, dayak korkusundan en çok sigara içen Yüksel isminde bir arkadaşın ismini söyledi. Hocam Yüksel içti dedi.
Fevzi Karagöz, Yüksele dönerek “gel lan buraya” diye bağırdı. Yüksel; el mahkûm ayak gardiyan çaresiz hocanın yanına gitti. Her ne kadar hayır ben içmedim dese de dayak faslı başladı. Hoca vurdukça vuruyor, hızını alamıyor tekrar vuruyordu. Hem de Yüksel’e soruyordu, başka kim içti? Yüksel canını kurtarmak için o da bir başka arkadaşının ismini verdi. İsmi söylenen öğrenci yerinden kalkmadan ağlamaya başlıyor, ama hocanın yanına gitmekten de kurtulamıyordu. Bu şekilde en az sınıfın yarısından fazlasını dayaktan geçiren hoca, hala sorguya devam ediyordu. Birçok öğrenci daha önce ismi verilmiş öğrencilerin ismini tekraren söylüyordu. İsmi söylenen öğrenci kaçıncı kez söylenmiş olursa olsun, her ismi söylendiğinde tekrar hocanın yanına gidiyor, tekrar dayak yiyor ve tekrar yerine oturuyordu.
Artık iş çığırından çıkmıştı. Öğrenciler daha önceden dayak yiyen arkadaşlarını gördükçe kahroluyor ancak isim vermezse yine dayak yiyeceğinden rast gele isim söylemeye başlamışlardı. Bir öğrenci İrfan Kaçaran’in ismini verince Hoca İrfanı yanına çağırdı. İrfan, en az hoca kadar iri yarı birisi idi. Öğrenciler arasında kendisine lakap olarak “AYI” denirdi. İrfan hocanın karşısına dimdik duruyor ve Hocanın aç elini komutuna hiç itirazsız elini uzatıyor, ötekini aç, irfan açıyor, ötekini aç, irfan açıyor. En ufak bir ağlama, gözlerde yaşarma olmayan irfan hocayı daha da hiddetlendiriyor ancak irfan istifini hiç bozmuyordu. En sonunda İrfana sordu; söyle! Başka kim yatakhanede sigara içiyor. İrfan Hiç tereddüt etmeden, Ali Can dedi.
Ali Can zaman zaman sigara içiyor olsa da, kesinlikle yatakhanede sigara içmemiş olduğundan. Yerinden ayağa fırlayarak hayır hocam! Yalan söylüyor. Ben kesinlikle yatakhanelerde sigara içmedim, diye bağırdı. Hoca, taze avını bulmuş yeleli Aslan gibi gözlerini Ali Can’ın üzerinden ayırmadan “Gel buraya” diye bağırıyordu. Ali Can gitmemek için direniyor, hoca gelmesini emrediyordu. Ali Can çaresiz kalkıp hocanın yanına gitti. Bir yandan da İrfan Kaçaran’a bakarak içinden (tahmin edebileceğiniz) bütün duaları okuyordu. Ali Can gözlerinden boşalan yaşları ile yalvarırcasına, melül melül hocanın suratına bakıyor, Hocam! İrfan yalan söylüyor ben yatakhanede sigara içmedim, İnsaf et hocam, bir yalan habere bir ton dayak, medet! Der gibi bakıyor ama ne çare, şirazesini kaybetmiş olan Hoca Ali Canı da “es” geçmiyordu. Ali Can yediği dayakların etkisi ile yerine oturmaya giderken bile İrfan’a bakarak aynı dualarına! Devam ediyordu.
Bu şekilde mütalaa da üç beş öğrenciden başka dayak yemedik öğrenci kalmadı. Bu tip bir cezalandırma ile öğrencilere gözdağı verdiğini ve eğitim verdiğini, terbiye ettiğini zanneden Fevzi Karagöz başta Ali Can olmak üzere haksız yere dayak yiyen öğrenciler tarafından ilelebet hüsnü zan ile değil aksı bir durum ile anılıyor olmaktan başka bir işe yaramamış oldu.
Fevzi Karagöz bilinmeyen bir sebepten dolayı ikinci evliliğini yapmıştı. Birinci eşinden bir oğlu vardı. Beş, altı yaşlarında olan oğlu kendisiyle kalıyordu. Çok zeki ve çok akıllı bir çocuktu. Öğrenciler onu çok severlerdi. Ali Can da hocanın oğlunu çok severdi. Bir gün Fevzi Karagöz bir iş için Rize’ye gitmiş, çocuk ise mahzun mahzun okulun bahçesinde dolaşıyordu. Bir an Kur’an Kursunun altında bulunan İkizdere İlim Yayma Cemiyetine ait derneğin duvarına dayanarak, uzaktan kendisine doğru gelmekte olan Ali Can abisini görünce;
Ali Can abı! Biliyor musun? Bugün ben çok üzgünüm. Diye söyledi.
Çocuğun bu halini gören Ali Can’da üzülerek, neyin var? Söyle bakalım, seni üzen şey nedir? Diye sordu.
Çocuk; biliyor musun, zaten benim annem yok, babam da Rize’ye gitti, ben yalnız kaldım.
Ali Can: Çocuğu teskin etmek için bir hayli dil döktü, ancak hayatında unutamadığı bir anı olarak zihninde kalan bu olayı her yetim çocuk gördüğünde hatırlayarak tekrar tekrar yaşamaya başladı.
Değirmencinin torunu Ali Can, en samimi olduğu, aynı köylüsü olan ve aynı okulda okumakta olduğu arkadaşı İbrahim ile birlikte kazanın yukarısında, Belediye tarafından asfalt ezmek için kullanılan silindirin altında, taşların arasında saklanmış bir sigara tabakası bulurlar. İki arkadaşın aynı anda görmüş oldukları tabakaya aynı anda hamle yaparlar. Tabakayı İbrahim ele geçirmiş olsa da Ali Can İbrahim’den yaşça büyük olması ve İbrahim’in Ali Can’ı çok sevmesi nedeniyle tabakayı Ali Can’a verir. O yıl Fevzi Karagöz Askere gittiğinden okul müdürlüğüne vekâleten Fizik hocası Şerafettin Namlı bakmakta idi.
Şerafettin Namlı sigara kontrolü nedeniyle bir grup öğretmenle birlikte anı bir baskınla Ali Canların sınıfına girdi. Herkes ellini havaya kaldırsın, kimse kıpırdamasın, diye bağırdı. Tüm öğrenciler ayağa kalktı. Ali Can cebinde olan tabakayı henüz bir yerlere saklamamıştı. Şerafettin Namlı bizzat kendisi gelerek Ali Can’ın ceketinin iç cebinden sigara tabakasını çıkardı, bu ne? Diye sordu. Ali Can kem küm, hocam Vallahi köyden gelirken yolda buldum dese de hem dayak yemekten hem de disipline gitmekten kurtulamadı.
Ali Can yemiş olduğu dayaktan ve verilmiş olduğu disiplin kurulundan alacağı cezadan ziyade, olayı duyacağından ve duyunca da çok üzüleceğinden endişe ettiği velisi olan değirmenci dedesini düşünmekteydi. Ali Can biliyor ki, çok sevdiği dedesi kendisine vurmayacaktı, ancak çok zor şartlarda, kıt kanaat geçinirlerken Ali Can’ın okul harçlığı ile sigara alması, sigara içmesi ve kötü bir alışkanlık edinmiş olması dedeyi çok üzecekti.
Okulda bir veli toplantısında müdüriyet makamına çağrılan Ali Can’ın dedesine olay anlatılmış, ancak Ali Can’ın dedesi; hayır hocam bu işte bir yanlışlık olmasın, benim torunum sigara içmez, hem tabaka alacak parayı nerden bulsun. Ali Can öyle şeyler yapmaz. Dese de Ali Can üç gün okuldan uzaklaştırma cezası almaktan kurtulamadı.
Ali Can’ın dedesi üzgün bir şekilde okuldan ayrılarak köye gelir, ancak olayı kafasından analiz etmeye çalışır. Bizim evde sigara içen yok, sigara içecek paramız da yok. Benim bildiğim Ali Can sigara içmez, acaba nasıl oldu da cebinde sigara tabakası yakalandı? Bir hafta sonu akşam yemeğinden sonra Dedesi Ali Can’a; Ali Can gel seninle bu akşam birlikte camiye gidelim diye söyledi. Ali can dedesiyle birlikte hiç tereddütsüz her yere giderdi, ancak yapmış olduğu kabahatin mahcubiyetiyle biraz tereddüt yaşadı. Yine de olanları tüm ayrıntılarıyla dedesine de anlatmak için hemen kalkıp abdest alarak, tamam, gidelim dede, ben hazırım dedi.
Değirmenci dede Ali Canla birlikte evden uzaklaşınca mevzuyu açmak için torununa; söyle bakalım Ali can okul nasıl gidiyor? Bir derdin, bir sıkıntın, bir eksiğin var mı? Diye sordu.
Ali Can; Okul iyi gidiyor dede, hiçbir derdim sıkıntım, hiçbir eksiğim yok dedi.
Değirmenci dede; bugün ben kazaya geldim, Nusret amcan bana okulda veli toplantısı var, birlikte gidelim mi dedi. Bende olur gidelim dedim ve birlikte okula gittik. Tüm veliler konferans salonunda toplanmış idi. Bazı öğretmenlerde salona geldi. Ardından Okul Müdürü geldi ve bize öğrenciler hakkında uzun uzun bilgi verdi. Okulda çok yaramazlık yapan öğrenci varmış. Dereden taştan taşa atlayarak namazdan kaçan öğrenciler, maç seyretmek için okuldan kaçan öğrenciler, akşamları kahvelere kâğıt oynamak için kaçan öğrenciler varmış. Bazı öğrenciler sigarada içiyormuş. Hiç İmam Hatipliye böyle şeyler yakışır mı? Nasıl oluyor böyle şeyler, neden böyle oluyor?
Konunun nereye geleceğini çok iyi tahmin eden Ali Can utana sıkıla evet dede, okulda beş yüz - altı yüz tane öğrenci var. Kimi Ordulu, kimi Erzurumlu, kimi Trabzonlu, kiminin babası Almanya da, kimi zengin, kimi fakır, hepsi bir değil. Kimi kendi isteği ile kimi ailesinin zoruyla İmam Hatip’e yazılmış, kimi İmam Hatipte okumak istemiyor, kimisi ise hiç okumak istemiyor.
Değirmenci dede torununa; peki sen, sen okumak istiyor musun? Senin niyetin nedir? Yoksa bizim zorumuzla mı okuyorsun? Diye sordu.
Ali Can; olur mu dede, ben kendi isteğimle okuyorum, hem geçen sene sana teşekkür namemi getirmiştim değirmende, şu anda tüm derslerim iyi, hiç zayıfım yok. Ben okuyacağım dede, Nizamettin hoca gibi İmam olacağım.
Camiye yaklaşmalarına da az bir yol kalmışken Değirmenci dede asıl konuya parmak basmak için; peki ben bildiğim kadarı ile sen sigara içmezsin, hem bizde hiç sigara içen yok. Ne baban içer, ne annen içer, ne dedelerin içer, ne nenelerin içer. Cebinde yakalanan tabaka neyin nesi, tabaka alacak kadar parayı nerden buldun.
Ali Can ağlamaklı bir ses tonuyla; dede, hem vallahi hem billahi sana doğruyu söyleyeceğim. Ben o tabakayı parayla almadım. Murat dayının oğlu İbrahim’e sorabilirsin. O tabakayı İbrahim ile birlikte bulduk. İbrahim ile birlikte öğlen tatilinde yüz gram fındık aldık, yiye yiye kazadan yukarı doğru gidiyorduk. Bazı fındıklar çok sert olduğundan taşla kırmak için kazanın yukarısında bulunan silindirin yanına oturduk. Bir taş almak için silindire doğru bakarken ikimiz bir anda parlayan bir şey gördük. Birlikte hamle yaparak onu kapmaya çalıştık ama İbrahim benden önce kaptı onu. Ben, bana vermesini ısrar edince de bana verdi onu. Biraz zorlanarak içini açtık, içerisinde on bir dal Bafra sigarası vardı. Öylece tabakayı ceketimin cebine koydum ve okul zamanı geldiğinden okula o şekilde gittik. Öğleden sonra ilk derste müdür baskın verdi ve bu şekilde tabaka cebimde yakalandı. Murat dayının oğlu İbrahim’e sorabilirsin.
Değirmenci dede torununa inanmış olsa da yapmış olduğunun doğru olmadığını söyledi. Hem Köyde torununun da tanıdığı ve sigara yüzünden boğazları kesilen, ayakları kesilmiş olan birkaç kişinin ismini vererek sigara içmenin hem sağlığa hem de keseye nasıl zarar verdiğini anlattı. “ Parasını el alır, dumanını yel alı, sana zehiri kalır” atasözünü hatırlatarak sakın ha, ola ki arkadaşlarına özenirsin de sigara içersin, bak bizim durumumuzu en iyi sen bilirsin, sen akıllı bir çocuksun, göreyim seni. Allah’ın duaları ve benim dualarım üstüne olsun. Baban gurbet ellerde sizin için cebelleşiyor. Benim çalıştıklarım da sizin için. Bir daha böyle bir şeyle karşılaşmak istemem. Ben senin çalışkanlığın ile başarılarınla övüneceğim, yoksa hakkımı helal etmem bilesin.
Ali Can bu söz üzerine ağlayarak dedesine sarıldı ve dede sana söz veriyorum, sizin yüzünüzü kızartacak bir şey yapmayacağım, dedi ve birlikte camiye girdiler. Akşam ve yatsı namazlarında kamet eden ve mukabele okuyan Ali Can, Nizamettin hocadan kocaman bir aferin aldı. Değirmenci dedeye dönen Nizamettin hoca, maşallah torununun güzel bir sesi var, inşallah imam hatip olur deyince, Değirmenci dede; Ali Can da öyle diyor, ben de Nizamettin hoca gibi İmam Hatip olacağım diyor. Nizamettin Hoca; inşallah İnşallah, Allah zihin açıklığı versin dedi.
….